Öyle durmuş bakıyorum hayata. Sanki yaşamıyormuşum da hayat bana değmeden geçip gidiyormuş gibi. Bu yabancılaşmayı yalnız başıma yaşadığımı sanmıyorum. Büyük bir sahnede küçük figüranlarız sanki. Bağırsak, çağırsak da sesimiz duyulmuyor, öylece dekor olmuşuz.
Ergenekon ve Filistin arası bir yere sıkışıp kaldık. Müslüman ya da değil, masumlar öldürülürken başka acıları dillendirmek ayıp kaçıyor. Masumlar yalnız bombalarla öldürülmüyor, şüpheli olduğu için uzun ve bulanık bir süreçte iddianame bekleyenler de ölüyor usulca. Günü geri döndürmek mümkün değil. Aileden, hayattan, özgürlükten ayrı geçen her gün kayıp. Deliler kuyu taşlıyorken kimsenin kapısı güvenli değil. Kendimizce önemliyiz, düşünceler değerli, konuşmalar, ilişkiler özel. Yani; herkes korkmakta. Dinlenmek, yanlış anlaşılmak, belki de doğru anlaşılmaktan korkuyoruz.
İlkokul mezunu üç çocuk, altı torun sahibi 68 yaşındaki annem arıyor geçen akşam. Sendikanın genel başkanlığı görevine yeniden seçilmeme gönderme yapıyor: “kızım sen bir yere girmiş, başkan olmuştun ya, HEMEN ÇIK!” . Rahmetli babamı anıyorum. Emekliliğine gün sayarken doğruları yüzünden sürgün yiyen babamı. Denizli Tavas’a sürüldüğünde. İlkokuldaydım. Birkaç gün bekar evinde beraber kalmıştık. Babama misafir olmanın tuhaflığını hatırlıyorum. “Niye?” demiştim. Kendi olmaktan bahsetmişti. Onun “kendi” olması için ödediğimiz bedele sahip çıktığımı, o sürgün evini okşar gibi süpürdüğümü hatırlıyorum.
Anneler hep korkar. Ben de korkuyorum çocuklarım söz konusu olduğunda. Eğer çılgınca yel değirmenlerine saldırıyorsam yine bu korkudan. Ya pısarsın, ya saldırıya geçersin korkunca. Ben uysal bir av olmak yerine savunmada, saldırıda olmayı tercih edenlerdenim. Bu gemi batacaksa birlikte boğulacağız. Görmezden gelmek ya da iyimser olmak mümkün. Direnenlere rağmen batacaksa en azından deneyenlerden olmak isterim.
Kalkıştığım, iş edindiğim sorumluluklar gereği çok sayıda hayat, duruş, tarz deneyimliyorum. Şaşırma yetimin sınırları zorlanıyor. Binlerce ıssız ada, tek kişilik cumhuriyet! Örgütsüz ve tarafsız olmakla kişisel güvenliğini sağlama almaya çalışanların, sorunlarını duyarlı olanlara havale ederek çözme gayretinde olduğunu görüyorum. AES olarak üyelik bağı olmaksızın haklı olana taraf olma özverisi bile kötüye kullanılıyor. Adını, kimliğini vermeden ihbarcı olanlardan, hiçbir meslek örgütüne uğramadan “nerede bu sendika” diyenlere kadar çeşit, çeşit…
Bazıları daha duyarlıdır ve toplumsal olaylarda, kitleler adına fedakarlık yapar. Emek, zaman ve para harcar. Bireylerin yetenekleri, olanakları veya zamanları aynı ölçüde geniş olmayabilir. Bu farklılıklar özverili olana yüklenip tembellik, hatta kurnazlık etmenin gerekçesi olabilir mi?
Yasal engel olmadığı halde bir siyasi partiye üye olmayan, içine sinmiyorsa kurmayan, meslek örgütlerine uzak durup da sızlananlara saygı duyamıyorum. Gagasıyla yangına su taşıyan serçe kadar olabilmek gerek. Aile meclislerinde, teneffüs arasında, dost sohbetlerinde ahkam kesebilmek için hak etmiş olmak gerek. Ne demiş üstad;
Ya bir yol göster, ya bir yol aç, ya da yolumdan çekil!
19/01/2009
Cansel Güven
Anadolu eğitim Sendikası Genel Başkanı