Laik cumhuriyetin sivil anayasasını tartışmaktayız bu günlerde. Ancak tartışmamıza izin var zaten. O da mümkünse kendi aramızda olmalı. Kamuoyu önünde değil, kendi üzerimize kapattığımız kapıların ardında tartışmak makbul. “Her türlü fikre saygılıyız” lafına güvenip yüksek sesle muhalif bir görüş bildirenlere Sayın Başbakan haddini bildiriveriyor anında.
Meclisteki koltuk sayısı her türlü yetkiyi tek bir kişiye (partiye bile değil) sınırsızca sunuyorsa bunun adı demokrasi olamaz. Cumhurbaşkanını atayan, bakanlar kurulunu kendi başına seçen, anayasanın son şekline karar verecek olan tek bir kişi ise biz krallık ile yönetiliyoruz demektir.
Devletlerin anayasaları 5 yılda bir değişmez. Hükümetler değişir, devletin sürekliliği esastır. 5 yıllığına hükümet etmek üzere seçilen bir partinin tüm geleceğimize hükmetmeye hakkı olabilir mi?
Yalnız üniversiteleri ilgilendiriyormuş gibi yansıtılan türban konusu bile anayasamızın değiştirilmesi teklif edilemez ilkeleriyle çelişmektedir. Bir devlet ya laiktir ya da değildir. AKP’nin hepimiz adına yürüttüğü AB’li olma kampanyasının muhatabı olan ülkelerin üniversitelerinde kıyafet yönetmeliği uygulanmaktadır, dini-siyasi simge ve kostümlere izin verilmemektedir. Bazı kulaklara hoş gelen “üniversitelerde kıyafet yüzünden eğitim hakkı engellenemez” maddesi anayasaya girecek gibi görünüyor. O zaman da “neden liselerde kıyafet yüzünden eğitim hakkı engelleniyor?” diye soracaklar. Eğitim hakkı sırasına ilköğretimler de girecek. Buyurun demokrasi şölenine.
Türban yüzünden üniversite eğitimi alamayanlara üzülen demokrasi aşıklarına sormak isterim: Zorunlu eğitim çağında olduğu halde okuyamayan 1 milyon çocuğun eğitim hakkı ne olacak? Okul öncesi ve orta öğretim çağı arasında 5 milyon çocuk ve genç neden okuyamıyor? Demek ki eğitim ne parasız ne de zorunlu. Var olan yasanın gereğini yapamayan, zorunlu-gönüllü bağışlarla, kampanyalarla iş gören hükümet üniversite çağındakilerin eğitim hakkını aramakta. Duygulanmamak elde değil.
Anayasa profesörleri, Danıştay üyeleri, demokratik kitle örgütleri, rektörler hatta AB uzmanları ve İlahiyat Profesörleri uyarıyor: laiklikle beraber devletin dayandığı temel esaslardan sapılması büyük bir tehlikedir. El cevap: “kendi işinize bakın”! Biz de tam öyle yapıyoruz aslında. İşimiz yalnız vergi ve oy vermek değil ki. Gücü ve iktidarı onaylamak zorunda değiliz. Her bir yurttaşın işidir taraf olmak. Bu ülkenin aydınları, hukukçuları ve kanaat önderleri ciddiye alınmıyorken yurttaşını dinleyen bir başbakan hayal etmek safdillik olurdu.
Çoktan seçmeli maddeleri ile başbakanın tercihine sunulan yeni anayasanın demokratik olabilmesi mümkün değildir. Bunun içerikle de ilgisi yok, hazırlanışı ve bir kişinin yetkisinde olması antidemokratik olması demektir. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet’in giderek krallığa dönüştüğünü görmek içime sinmiyor. Gelecekte tepkilerimizi demokratik yollardan göstermek daha da zor olacak. Çünkü demokrasiyi şehir şebeke suyu gibi dilediği musluktan istediği kadar akıtan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Adaletin ve demokrasinin bir imtiyaz olmadığı günler için mutlaka örgütlenmeli ve ulusal önderimize ve devrimlere her zamankinden çok sarılmalıyız.
27/09/2007
Cansel GÜVEN