Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan “en az 3 çocuk yapın” çağrısı kamuoyunda geniş yankı buldu. Gönlü Arabistan’a, ağzı Avrupa’ya açık bir partinin yeni sloganı bu: ÜREYİN!
Dengeli nüfusun mantığı matematiksel açıdan son derece basittir. Dünyaya gelen her insan aynı eşten 2 çocuk sahibi olursa nüfus sabit kalır. Yani ölen her insan için doğan 1 çocuk. Türkiye 2. Dünya savaşını takiben, azalan nüfustan artan nüfusa geçti. 1960 sonrası Avrupa’ya yönelen işçi göçü artış hızını yapay olarak düşürmüş olsa da hızla üredik. Çocuk ve genç nüfusumuz toplam nüfusun % 52 si. Doğurgan dönemde canlı doğum oranımız kadın başına 3. Kentsel nüfus içinde doğurganlık oranı düştüğüne göre bazı kadınlar kentli kadının yerine de doğurmakta.
Kontrolsüzce üreyen kesimin ( AKP Milletvekilleri hariç) eğitim ve gelir düzeyinin düşük olduğu sosyolojik bir gerçek. Çocuk sayısı arttıkça sağlık, barınma, eğitim, istihdam sorunu da artıyor. Ülkemizde bugün eğitim çağında olup da bu haktan mahrum olan yaklaşık 5 milyon çocuk var. Terörün ve her türlü toplumsal suçun hem kaynağı hem kurbanı olan çocuklar. Yetişkinliklerinde yeni nesillerin anne babaları olacaklar. Hiç birinin Amerikalarda okumaları için burs verecek aile dostları yok. 16 sında şirket ortağı, 20 lerde gemicik sahibi olmaları mümkün değil. Üniversite mezunlarının işsiz olduğu bu ortamda, şanslıysalar vasıfsız işçi olarak kayıt dışı çalışacaklar.
Kadın gebelik ve emzirme dönemlerinde iş hayatından ayrı düşüyor. Çağdaş ülkelerde bu doğal zorunluluk yüzünden hiçbir kadın emekçinin mağdur edilmemesi için yasal tedbirler alınmış durumdadır. Sağlıklı nesillerin yetişmesi için gebelik ve emzirme döneminin önemini bilen siyasiler anneyi bir mücevher gibi koruma yoluna gitmişlerdir. Bu koruma bizdeki gibi kadını çalışma hayatının dışında bırakıp tamamen eve kapatmakla karıştırılmamalı. Kariyer ve aile arasında tercih yapmak zorunda bırakılmayan kadın 1, en çok 2 çocuğa makul ve kaliteli zaman ayırarak iş hayatını sürdürebilmektedir.
Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılma oranının 1990 yılında yüzde 34.1 iken, 2002 yılında yüzde 26.9, 2004’te yüzde 25.4 ve 2006’da da yüzde 24.9’a geriledi. TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre, bir yılda 237 bin kadın çalışan işinden ayrılıp evine kapandı. Yanlış ekonomik politikalar, iş yaratma yerine sıcak para ve satışa odaklı strateji genç nüfusu işsiz bırakıyor. Kadın işsizliği yalnız din-politik eksende değerlendirilmemeli. Bir ülkede iş olanağı azalıyorsa kadın işsizliği daha yüksek orandadır. Bu bağlamda Başbakanımızın “doğurun” çağrısı işsiz nüfus içinde erkeklere rakip olmamızı engelleme anlamı taşıyabilir. Çalışma hayatından vazgeçen kadın, geleceğin işsizlerini doğurarak nasıl bir bereket sağlayacaksa artık.
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası kanun tasarısında, kadınlarda emzirme yardımı süresinin 6 aydan 1 aya indirilmesi, yetim kız çocuklarına verilmekte olan 24 aylık tutarındaki evlilik yardımının 12 aya indirilmesi AKP’nin kadına nasıl baktığını özetliyor aslında. 1 Temmuz 2007’de, ücretlilerin çocuk yardımına günlük 1 Yeni Kuruş zam yapan bir partiden bahsediyoruz.
Refah düzeyi yüksek olan ülkelerin hiçbirinde nüfus sayısı ölçüt değildir. Eğitim, iş, sağlık, sosyal güvence, kültüre ayrılan pay, ortalama insan ömrünün uzunluğu gibi pek çok kriter gelişmişliğin ölçüsüdür. Nüfusumuz niteliksiz bir kalabalık olacaksa, çocuklarımız başbakanın üye olmayı hayal ettiği AB ülkelerine ancak ucuz köle olur.
Söz çocuklarıysa Türk kadını bu dolduruşa gelmez. Kendi bedeni üzerindeki hakkını koruma özgürlüğü olan her kadın okutabileceği, ilgilenebileceği kadar çocuk yapacaktır. Üzerinde düğmeler olan kuluçka makineleri değiliz Sayın Başbakan. Siyaseti bedenimiz ve bebeklerimiz üzerinden yapma ısrarından vazgeçin!
14/04/2008
Cansel GÜVEN