19 Şubat 2010 tarihinde yayınlanan yazı gerek duyulduğu için tekrar yayınlanmaktadır.
Nereniz acıyorsa canınız oradadır. Yaşama içgüdüsünün gereği önce bencil sonra sosyaliz. Bu yüzden her insan kendi gündemi neyse herkes onu konuşsun, sorunu hemen çözülsün arzu eder. Hepimiz öyleyiz.
Yalnız bize değil bir kitleye yönelik ortak bir haksızlık söz konusu olduğunda acımızın hafiflemesi de insanidir. Acımız hafiflerken umudumuz artar, illa ki çözüleceğini umarız. Mağdur olanlar birbirini bulur bir şekilde, sıkıntının derecesi kıyaslanır. Kalabalık olmak teselli ve moral kaynağıdır. Sorunun çözümü geciktikçe de isyan başlar. “Nerde bu devlet?” sorusunu sorarız. Aradığımız devlete ulaşılamayınca devlete bizim adımıza ulaşacak araçlar aklımıza gelir. Sorun çalışma hayatıysa soru “nerde bu sendikalar” haline dönüşür.
Bir tek sesin duyulmayacağı, dilekçenin savsaklanacağı gerçeği ile, sesi yükseltecek, dilekçeyi basın açıklamasına, dava dilekçesine dönüştürecek sendikalar hayati önem taşır. Bakanlık önünde üzerinize benzin döküp eylem de yapsanız alamayacağınız hakkı sendikal bir çaba ile edinebilirsiniz. (Kendinizi yakmanız haber bültenlerinde sendikal bir eylemden daha geniş yer alabilir ama yönetmelik değiştirdiği görülmemiştir.)
Sendika üyeliği bir sigorta poliçesidir ve hasar oluşmadan edinilmesi yerinde olur. Sendikaya ihtiyaç duymadan emekli de olabilirsiniz, kendinizi mevzuat bilen avukat ararken de bulabilirsiniz. İkisi de olağandır. Tuhaf olan sendikalı olmadan sendikal yardım almaya çalışmaktır. Bir sıkıntı varken “hakkımı alırsanız üye olacağım” demek görevi başında memura rüşvet teklif etmek gibi olur, doğru olan “hakkımı arayın” ile başlayan cümledir. Meslek örgütlerinin yaptığı eylemler, açtıkları davalar doğaldır ki üyesi olmayanları da rahatlatabiliyor. Bizim dışımızdaki bazı ülkelerde sendikasızlar alınan sendikal haklardan yararlandırılmazken, bazılarında da sendikasız bir çalışan sendikal kazanımdan yararlanmak için tazminat ödemek zorundadır. Örgütsüz kalmak da bir haktır ve saygı duyulmalıdır. Öyle öğretmenler tanıyorum ki hak arama konusunda bırakın sendikayı , tek başına konfederasyon olur. Onlara da helal olsun.
Bazıları için sendikalı olmak kaza yapınca kasko yaptırmak gibidir. Onu saatlerce dinleyecek bir sendika yöneticisine, çetrefilli dava dilekçelerine, ulaşamadığı bilgilere ihtiyaç duyduğunda sendikalı olan, sorunu halledilince istifa edenleri de duyduk. Profesyonelce (maaş karşılığı) yapılmayan sendikacılık, AES gibi mütevazı yapılarda 8-10 liralık bir aidatla ödeşilmeyecek emeklere karşılık gelir. Üye yerine yol arkadaşı olmak, istifa edilecekse de helalleşmek gerekir. Üye patlaması yaşamasak da, aidat ya da ideolojik nedenlerle toplu istifaların yaşandığı bu süreçte tek bir istifa almadık çok şükür.
Türkiye’deki büyük küçük her sendikanın, emekle kazandırdığı hakları, üyesi olmayanlara da helal ettiğini biliyorum. Nedenini bilmediğim şey, hiç birine üye olmadan, tek bir eyleme, çalıştaya katılmadan sendikacılık dersi verilmesi, hatta bu yapılara küfür edilmesi. Bu bir poliçedir sonuçta, kaza-kader takılabiliriz ancak, meslektaşlarımızın yıllarca emek ve aidatlarıyla büyüttüğü yapılara saldırmamalıyız. Daha iyisini, doğrusunu yapmaya çalışmak en şık eleştiridir.
Bazı ülkelerde hak aramak takdir edilir, biz de ise kahramanlık sayılır, hatta tuhaf karşılanır. “Aferin” diyenlerin de fişlenme korkusu yüzünden örgütlülük ve eylem dışında kaldığını sıkça görmekteyiz. Kamu çalışanlarının yarısı, sivil toplum örgütlerine içinden destek verse de güvenli bir uzaklıkta durur. Kişisel güvenlik adına sigortasız kalmak bir ironi yaratsa da nedenlerini anlamaya çalışmalıyız.
Hükümeti göreve çağıranların oy kullanmaya gitmediğini, “sendikalar eyleme” diyenlerin hiçbirine üye olmadığını, basını fırçalayanların gazete almadığını hepimiz görmüşüzdür. Ülke koşulları ve yurttaş tipi evrimleştikçe eylemler de değişti. Aynı sıkıntıyı yaşayanlar bazen yalnızca forumlarda buluşup, sadece sanalda eylem koyabiliyor ki bunun adı grup terapidir. Bazen de insani bir can acısı içinde zincir mailler yazılıp yardım çağrıları yapılıyor. Bireylerin ve örgütlerin iletişiminde harikalar yaratan internet örgütlülüğünün küçük bir defosu var. O postalara dönmek istediğinizde en az yarısı hata veriyor: “böyle bir adres bulunamamıştır”! Dönebildiklerimizin çoğu da bir daha size dönmüyor. Kopya mail demeden kişiye özel, uzun uzun yazıyorsunuz, aynı kopya aynı kişiden yine ve tekrar tekrar geliyor. Ünlemlerle biten çağrılara, sitem ve sorulara verdiğiniz yanıt okunmamış, zilinize basıp kaçmışlar adeta. Çağrıya uyup eylem yapsanız, bakanlık önünde elinizde pankartla bir başınıza kalmaktan korkuyorsunuz.
Bazı günler sendikamızı arayan öğretmen anneleri ve eşlerinin sayısı öğretmenlerden daha fazla olur, evlat ve eşleri adına arayıp, onlar adına bilgi alırlar. Velisi olan öğretmenler olduğunu böylece öğrendik. Toplantı ve eylemlerimizdeki oran da öğretmen yakınları lehine. Danışmak için aradığında mutlaka genel başkanla görüşmek isteyen ama adını vermek istemeyenler son derece olağan, şaşırtmıyor artık. Ahizeden uzanıp üye yapacağımızdan, açtığı telefon yüzünden tutuklanacağından korkanlar neden bu denli çoğaldı başka bir yazının konusu olsun.
Çok da gizli olmayan cep telefonumdan geçen gece arayıp, çok ciddi bir sorunu için bir saatlik sendikal danışmanlık alan, kapatırken “bir gün sendikaya üye olmam gerekirse AES’e üye olacağım” diyen öğretmenime “rica ederim” deyiverdim. “Hocam şimdi gerekmediyse Allah düşürmesin” diyemedim. Bu vesile ile adını bilmediğim bu öğretmenime buradan hem selam, hem de varsa hakkım helal olsun…