Eğitim; siyasi tarihimizin hesaba çekileceği, seçim vaatlerine malzeme yapılacak bir alan değildir. Daha da önemlisi insan üzerine deney yapılamaz. Son bir ayı sözde eğitim reformunu tartışarak geçiren bu ülke insanını yine deneysel, yine karanlık günler bekliyor.
PİSA raporlarında başa güreşen ülkelere baktığımızda eğitim sistemlerinde on yıllarca, hatta yüz yıla varan sürede bir değişiklik yapılmadığı görülecektir. Cumhuriyet tarihi boyunca değişen iktidarların kendi ideolojisini dayatma, en hafifinden “gelmişken yeni bir şey yapma” kaygısıyla pek çok değişiklik yapmış olması, bizi eğitim yarışında övünülecek bir sıraya taşıyamadı. Başarılı örneklerde de sebat edilemedi. Oysa eğitim sisteminde yapılan ufacık bir değişikliği “başarılı” ya da “başarısız” sayabilmemiz için on yıldan fazla bir süre geçmesi gerekir. Bu süreyi kısaltmak, başarıyı garantilemenin yolu iyi planlama yapmaktır, hazırlık süresini uzun tutmaktır. Kısacası hiçbir reform “akşamdan sabaha” hazır edilemez.
Son Milli eğitim Şurası dahil bugüne kadar tüm şuralarda alınan binlerce “tavsiye kararı” arasından bir seçki yapıldığında, en temel kararların eğitimin niteliğine, kalitesine dair olduğu görülecektir. Sürecin niteliği kesintili ya da zorunlu oluşundan kıyas götürmeyecek denli önemlidir. Her değişikliğin bir ihtiyaçtan kaynaklanması ve sonuçta o ihtiyacı gidermesi gerekirken “NEDEN DEĞİŞTİRİYORUZ” sorusuna bilimsel bir karşılık alamadık.
Yürürlülükten kalkan “kesintisiz, parasız, zorunlu 8 yıllık eğitim” gerçekte taşımalı, paralı ve isteğe bağlıydı. Felsefesi gereği eğitim, zaten “zorunlu” olamaz. Tanımında “istendik davranış değişikliği yaratmak” bulunan eğitim ancak özendirildiğinde (kaliteli), ihtiyaca yönelik (bilimsel), ulaşılabilir (parasız) olduğunda yaygınlaşacaktır. Diğer bir açıdan, yaptırımı olmayan hiçbir edim zorunlu değildir. Getirilen değişiklikte de eğitime devam edilmediğinde hangi yaptırımların uygulanacağı belirtilmemiş, 12 yıllık eğitimin parasız olacağına değinilmemiştir. Eğitim maliyetini karşılayamayan bir yurttaşa “okumak zorundasın” denemez.
Tasarıyı lehte, aleyhte tartışanların düştüğü en temel hata, dayanak gösterilen diğer eğitim sistemleridir. Türkiye’nin eğitim sistemine başka ülkelere bakarak karar vermek, komşuya iyi gelen ilacı içmek gibidir. Sonuçları felaket olabilir. Her ülke demografik yapısı, sosyo-ekonomik koşulları, kültürü, ihtiyaçları bakımından özgündür. Ortak olan tek şey bilimdir.
Uzaktan eğitimin, dini eğitimin sorun edilmediği ülkelerde ne çocuk gelinlere, çocuk işçilere, ne de din temelli kadrolaşmaya rastlanmaz. Ders seçkisinin bol tutulduğu, bireysel farklılıkların gözetildiği ülkelerin öğretmen profili, okulların fiziki yapısı, eğitime ayrılan bütçe bizimkisiyle kıyaslanamaz. Yine “başarılı” addedilen ülkelerde fiziki ve beşeri anlamda bölgesel farklar minimal düzeydedir. Tüm bu gerekçelerle altını çizerek söylüyoruz ki; Dünya üzerinde başka bir Türkiye yok. Yapısal bir değişikliğe gideceksek bunu kendi koşullarımız ve ihtiyaçlarımız üzerinden gerçekleştirmeliyiz.
4 yıllık sürelerle devleti yönetmek üzere seçilenlerin onlarca yıl etkisinde kalacağımız bir değişikliği bilimsel altyapı, toplumsal uzlaşı olamadan yalnızca koltuk üstünlüğüyle getirmesi demokrasiyle açıklanamaz. İktidar olmak, muktedir olmak dönemsel bir emanettir. Bu emanet bir mülktür ki, sahibi hepimiziz. Eline anahtarı verdiğimiz, güvenip kontrat imzaladığımız kiracımız evin tüm kolonlarını keserse, tüm projeyi yıkıp bambaşka bir halde teslim ederse bu bir sorundur. Eğitim gibi gelecek yüz yıla yön verecek hayati bir konu; iktidarıyla, muhalefetiyle, öğrenci ve öğretmeniyle, tüm sivil unsurlarıyla birlikte tartışılmalı, uzlaşı sağlanmalıydı.
Bir rövanş kaygısıyla başlayan, bir cihat gibi sonlanan süreçte yasalaşan sistem değişikliliğinin eğitimimize olumlu bir katkı saplamayacağı, bizi geriye evrimleştireceği açıktır. Bundan sonrası için biz öğretmen ve velilere düşen, dayatılan eğitim sistemine rağmen çocuklarımıza bilimsel, çağdaş ve laik eğitimi vermek adına çabalamaktır.
Cansel GÜVEN
guven@aes.org.tr