İnsanların çoğu uğura, şansa inanma eğilimindedir. Bazı sayı veya objelerin hayatımızı etkilemesine biz izin veriyoruz gibi geliyor, şans denen şey ise aslında istatistik.
Dünün tarihi 09.09.2009 du. Pek çok nikah kıyıldı, sezaryen ile doğum yapanlar bile oldu. İstanbul’da sel 32 can aldı, 8 şehidimizi toprağa verdik, doğum tarihi 09.09 olan küçük Gökçen yaşasaydı 12 yaşına girecekti dün. Adını yaşatan derneğin Ankara şubesi kuruldu doğum gününde.
Kazaya ve kadere inanmak baş edemediğimiz, açıklanamayan kayıplarımız için bir panzehirdir. İsyan yerine tevekkül, yaşamı ve umudu sürdürmek için gereken gücü verir bize. Ancak başımıza gelen her kaza, uğradığımız haksızlıklar ve felaketlerin tamamında “kader” deyip susuyorsak daha başımıza gelecek var demektir.
Yük taşıması gereken bir aracın penceresiz kasasına tıkılan 7 kadın emekçinin boğulması kaza, plansız-altyapısız gelişen mega şehrin caddelerinde sele kapılmak kader, 15 tonluk kamyonun şoför mahallinde ölmek şanssızlık mı? Yüzmek için girdiğiniz yüzme havuzunda elektriğe kapılmak, asansör boşluğuna yuvarlanmak, kapağı açık logarda kaybolmak, içirilen radyasyonlu çayla kanser olmak, yanlış iğne ve ilkyardımla felç olmak, verilen kandan AİDS kapmak, okul bahçesinde tepenize kale direği düşmesi, çöken kaçak yurdun enkazında bulunmak kader öyle mi? Onlarca yıldır verilen binlerce şehitte kimsenin kabahati yok mukadderat demek ki!
Ölen öldüğüyle kalıyor, bir daha ki kayba kadar unutuluyorsa ve insan yalnızca bir rakamsa istatistiklerde, yazıklar olsun!
Yöneten ya da yönetilen olmak arasındaki temel fark tevekküldür. Yurttaşın üzülme, isyan etme, razı olma, vazgeçme, duygusal veya kaderci olma hakları vardır. Devlet ise gerçekçi ve adildir. Yaşanan felaketleri, kayıpları kader ve şansla açıklayamayacağı gibi, hem telafi etme hem de önlem alma gibi sorumlulukları vardır. Kamuoyunu derinden etkileyen felaketler sonrası demeç veren devlet büyüklerini izlediğimde neredeyse teselli edesim geliyor kendilerini. Oysa devlet güven vermeli, kararlılıkla sorun çözmelidir. Birlikte gözyaşı dökmek için seçmedik kimseyi.
Evet, başımıza gelen kazalardan bir parça da biz sorumluyuz. Verilmemesi gereken iskan izinleri için torpil kovaladığımızdan, penceresiz kabinlere tıkılmaya razı oluşumuzdan, ihmale rağmen istifa etmeyenlere katlanışımızdan, bizimle ağlayıp bizden önce kayıpları unutan siyasileri tekrar tekrar başımıza taç edişimizden sorumluyuz.
Yaşam hakkı en temel ve en kutsal haktır. 2007 Haziranında dondurma almak için gittiği bakkalda elektrik akımına kapılarak ölen Gökçen 09.09. doğumluydu. Varlığı ailesine hediye olan minik kızımızın kaybıyla ilgili tevekkül edilecekse o da babasının başka Gökçenler ölmesin diye yürüttüğü mücadeledir. Adını taşıyan yaşam hakkı derneği* ülkemizde tanınmayan, tanınsa bile umursanmayan insan hayatının değeri konusunda Türk toplumunu bilinçlendirmek amacıyla kurulmuştur. Kısa sürede yurdun dört yanında binlerce üyeye ulaşan dernek yalnız kazalardan korunma ve ilkyardım eğitimleri vermekle kalmıyor, ihmal ve kusurla ölüme sebebiyet verenleri caydıracak yeni bir yasal düzenleme yapılması için kamuoyu oluşturuyor.
Ankara’daki ilk üyelerinden olmakla övünç duyduğum derneğimizin başkent şubesini Gökçen’in doğum gününde kurduk. Henüz bir yakınınızı rezil bir kazayla kaybetmemiş, bir aymazın ihmaline kurban vermemiş olabilirsiniz. Yaşam hakkınızı aramak için hakkınızın gasp edilmesini beklemeyin. Şans denen şey bir istatistikse, koşullarınızı ve sevdiklerinizi koruma şansınız çok yüksek değil Türkiye’de.
Gelin, yaşam hakkımızı koruyalım…
10/09/2009
Cansel Güven
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkanı