Kesinlikle daha zor. 2000’li yıllarda genç olanlar, renksiz-kokusuz bir jenerasyon olmak zorunda bırakıldılar.
60 kuşağının politik gençlerinin doğurduğu bebekler, 80 darbesinde çocuktular. Örselenmiş ebeveynlerin korumacı yaklaşımıyla siyasetten uzak durmaları tembihlenerek büyütüldüler. Seksenlerin sonlarında üniversite çağına ulaşan darbe çocukları için siyaset, yasak olması cazibeyi arttıran bir arzu nesnesiydi. Sokaklara dökülerek olmasa da okuyarak ve tartışarak tatmin edilen taraf olma hali…
Özal dönemine kadar ekonomik durumumuzun sosyal statümüz üzerindeki etkisi yok denecek kadardı. Çikita muz ve marka kot ithaliyle başlayan “çağdaşlaşma” disko kuşağını devşirdi. Liberalleşen Türkiye’nin genç kuşağı ülke yönetimine kafa yormak yerine permalı saçlarla, break dans yapmakla oyalandılar. Kotun markası, omuzdaki vatka, arabalara doluşup çış-tak müzik dinlemek, diskolara gitmek, duman altı kafelerde siyaset konuşmaktan daha cazip gelmekteydi çoğumuza…
Her şeye rağmen özellikle sol politik duruş ve eylemlilik içinde olanların, hatta ağır bedel ödeyenlerin de giderek özünde sol, işinde materyalist olmaları 90’ların ortalarına denk düşer. Bir yanda iyi yaşama arzusu, beri yandan hakça bölüşme ülküsü sosyalist zenginleri var etti. Kapitalizmle savaş, ancak onun silahlarını kuşanmakla mümkündür sonuçta…
Milenyum gençliği, politik 60 kuşağının torunu, çocukluğu az politik, gençliği disko olan 80 kuşağının da çocuğudur.
Anne-babası siyasi yelpazenin neresinde olursa olsun “çalış, kopar, başar, yüksel” denen bu nesil, bir rekabet neslidir.
2000’li yıllarda genç olmak;
Rekabete doğmuş çocuklarla, acımasızca yarışmak demektir.
Sosyal statünün cep telefonu markasıyla belirlendiği arkadaş ortamlarında mahcubiyet yaşamak, harçlıkları teknoloji satın almak için biriktirmek demektir.
Dershane senediyle ana-babaya borçlanmak, “başaramazsam” korkusuyla erken yaşlanmak demek,
Okul, dershane, etüt, servis arası sanal arkadaşlıklara sığınmak, ekranın gri ışığında gram terlemeden oyun oynamak demektir.
2000’li yıllarda genç olmak en çok da; SBS, OKS, YGS, LYS, KPSS, ALES, ÜDS,… demektir ne yazık ki…
Her şeye rağmen ülke sorunlarına kafa yormak, çözümlere taraf olmak arzunu duyanların bu olanağı, enerjiyi, zamanı ve hatta izni bulabilmesi çok ama çok zor. 60 kuşağının torunları tüm okullar, tüm sınavlar bittiğinde bizi yönetecek olanlardır. Sokaklarda top koşturmak yerine tv karşısında hadım edilmiş çocukluk, sanat, spor, siyaset ve kitapların yerine sınav ve rekabetle dumur edilmiş bir gençlik, nasıl bir yetişkinlikle sonlar birlikte göreceğiz.
Sağcıydık, solcuyduk, anne ve baba olduk. Aynı değirmende öğüttük çocuklarımızı, ektiğimizi biçeceğiz…
30/05/2010
Cansel Güven
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkanı