Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başöğretmenlik unvanını kabul ederek mesleğimizi taçlandırdığı 1928 yılından beri 24 Kasımlar onurlandırıldığımız tarihler olarak süregelmiştir. Atatürk'ün 100. doğum günü olan 1981 yılından itibaren 24 Kasım gününü Öğretmenler Günü olarak kutlamaktaydık.
Dönüştürülen cumhuriyetimizde öğretmen günleri de değişim gösterdi. Büyük eğitim sendikalarından bazıları 24 Kasım yerine 5 Ekim Dünya Öğretmenler gününü kutlarken, bazıları da bu özel günü Atatürk demeden kutlama becerisi gösteriyor. Canları sağ olsun. Kurtuluş Savaşının miladı olan 19 Mayısı spor bayramı, 23 Nisanı çocuk şenliği, 29 Ekimi angarya, 10 Kasımı açılım kutlamasına dönüştürdük nasıl olsa.
Öğretmen günlerini gönlümüzce ve gereğince kutlama isteğimizden biz de vazgeçmek üzereyiz. 24 Kasımların değişmez haberi limon satan, boş buzdolabı önünde demeç veren öğretmen görüntülerini içimiz almıyor. Okulların düzenlediği yemek ve çaylar göbek terapi tadında, senede bir gün eğlenelim mantığıyla yapılıyor. Bürokrasinin hatırına senede bir gün gelen öğretmenler bu tarihte sıkça anılıyor, yayınlanan demeçlerde özetle “hakkınızı ödeyemeyiz, öbür dünyada inşallah” deniliyor. Geri kalan 364 günde akla gelmeyen bir kitleyiz vesselam.
Kutlama eylemi, ortada kutlanacak bir durum varsa yapılmalıdır. 2009 24 Kasım’ına gelindiğinde kutlamadan daha çok “anma” yapmak gerektiğini görüyoruz. Başöğretmenimizi anma, öğretmenlik mesleğini anlama, üzerinde düşünme günü artık 24 Kasım. Bizim için kutlama, yıkama-yağlama içerikli tüm mesajlar anlamsız. Artık mesleğimiz herhangi birinin yapabileceği sıradan bir iş haline geldi. Öyle ki; saat ücretini ödeyen, sezonluk anlaşma yapan herkes öğretmeni kiralayabiliyor. Öğrenme ihtiyacı günümüzde, alan dışından bile olsa ücreti karşılığında satın alınabilmektedir. Emekli olan kadroların yarısı kadar bile öğretmen atanmamaktadır. 300.000 kadar eğitim fakültesi mezunu öğretmen alan dışında sorularla KPSS zulmüne uğratılırken, sözleşmeye razı olanların hasta olma, aile olma, yönetici olma hakları gasp ediliyor. Bir şekilde kadrolu olanların da özlük hakları, sosyo-ekonomik koşulları sefalet düzeyindedir. Böyle bir manzaraya bakıp, neyi kutlayacağız?
Sınav cennetine dönüşen ülkemizde diploma veren öğretim kurumlarıyla sınav kazandıranlar görev paylaşıyorlar. Eğitimin ise adı kaldı yadigar. Bu kurumlarda görev yapan öğretmenler piyasaya ve kurumun niteliğine göre ya diploma ya test sorusu üretiyor. Mesleğin yurttaş yetiştirme misyonu, erdemi, onuru artık tarih oldu. Devlet okulunda en yüksek notu veren, idareyle en uyumlu çalışan öğretmen makbul. Dershanelerde ise en çok müşteri kaydeden hoca değerli. Fikri hür, irfanı hür nesiller yetiştirmeye kalkan öğretmenimin vay haline!
Hayıflanmanın bir anlamı, çözüme katkısı yok. Gelinen kötü noktadan daha aydınlık günlere nasıl gideceğimizi sorgulamak gerekir. Öğretmenliği bir toplum mühendisliği olarak görmek ve bireyden topluma doğru yeniden kurgulamak gerekmektedir. Siyasi iradenin bu konuda istekli olmadığını bildiğimize göre bu görev yine biz öğretmenlere düşüyor. Dayatılan mesleksizleştirme, yalnızlaştırma, değersizleştirme politikalarına rağmen silkinmek zorundayız. Kadrolusu sözleşmeliyle, ücretlisi atanamayanla bir olacak ve hak arayacak. Yalnız kendi hakkını değil, çağdaş, bilimsel eğitimi hak eden nesillerin hakkını da arayacak. Bireylerin, kahramanların hap yapılıp yutulduğu bu acımasız düzende birlikte olmanın gücüne ihtiyacımız var. Hem öğretmen, hem veli hem de yurttaşız. Verilen-verilmeyen oyların, seçenlerin, seçilenlerin sebebi biziz. Ürktüğümüzde toplumlar korkak, caydığımızda satılık hale geliyor.
Maaşın sıfırları, sınıfın mevcudu, sicilin parlaklığı bizi kurtarmayacak. Başka hiçbir meslekte bu kadar çok vebal, bunca kul hakkı yoktur. İnsan üzerinde çalışıyoruz. En önce biz, en çok öğretmenler yurttaşın niteliğinden sorumludur. Eğitimin kalitesi her ne kadar bir maliyet sorunu olsa da, biz sınıflarımızda malzemeden çalmayacağız. Başöğretmenimizin çömezleri olmak bize yeter.
Bu cumhuriyet rahatta kurulmadı. İçinde bulunduğumuz koşullara rağmen nasıl davranacağımız, gücümüzü nereden alacağımızı Atamızın gençliğe hitabesinde tanımlanmıştır. Biz bu 24 Kasım’ı ve bundan sonrakileri öğretmenliğe yaraşır bir olgunlukla başöğretmenimizi anarak geçireceğiz. Hükümetler ve politikalar gelir ve geçer. Nesilleri yetiştiren, geleceği şekillendiren bizleriz. Ne aldığımız maaş ne de dayatılan sözleşmeler daha az önemli, daha az onurlu kılamaz bizleri. Öğretmenleri mevsimlik işçi seviyesinde algılayan, değerini buçuklu zamlarla ölçen zihniyete inat buralardayız. Başöğretmen Mustafa Kemal’in bıraktığı yerden devam edeceğiz…
21/11/2009
Cansel Güven
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkanı