2006-2007 Öğretim yılının ilk dönemini bitirdik. Bu dönemin sonunda elimizdeki tek somut belge karne. O da sadece öğrencilere veriliyor. Oysa yaklaşık 4 ay boyunca bakanından, öğretmenine, veliden hizmetlisine kadar hepimiz bu sürecin parçası hatta bileşeni olduk. Bu karne hepimizin.
Okullar açılırken umut ve beklentilerimiz yeni alınmış kitap-defterler gibidir. Hiçbir öğrenci “bu yıl başarısız olacağım” diye adım atmaz okula. Disiplin suçu işlemeyi hayal etmezler. Geçmiş yıllardaki başarı durumları ne olursa olsun başarılı ve mutlu bir öğretim yılı geçirmeyi düşlerler. Veliler için de durum böyledir. Her anne-babanın umudu evlatlarının göğüslerini gururla kabartmasıdır.
Eğitimciler için durum biraz daha farklıdır. Onlar hem eğitimleri süresince, hem de çalışma hayatları boyunca onlarca kez “yeni öğretim yılı” eskitmişlerdir. Öğrenci ve velilerden taşan bir heyecan ve umutla –o da eğer varsa- umutlanırlar bir parça. Sene sonunu nasıl getireceklerini düşünürler daha çok. Yapılacaklar ve sorumluluklar içinde, ne kadar tecrübeli olurlarsa olsunlar “hayırlısıyla hakkından gelsem keşke” diye düşünürler.
Eğer idareciyseniz bu sorumluluk ve endişe daha da büyür. Tüm bileşenleri ile okulun her şeyinden sorumlu olmak, üstelik ödenek yoksunu olmak, eğitimci, idareci ve işletmeci şapkalarını üst üste takmak kolay değildir. Okul önü de dahil olmak üzere kontrol etmek zorunda olduğunuz geniş bir alan ve çok sayıda insan sorumluluğunuzdadır. Mükemmel bir idareci de olsanız, kontrolünüzün dışında gelişebilecek adli bir olay, topladığınız ya da toplamadığınız bağışlar, halefleriniz, selefleriniz, idare ettikleriniz-etmedikleriniz başınıza dert açabilir. Belki bu yüzden okullarda idari bir görev almayı hiç istemedim.
En güzeli bürokrat hatta bakan olmaktır. Onlar için yeni öğretim yılı endişe ya da sürprizleri ifade etmez, çünkü sürprizleri ve süreci onlar belirleyeceklerdir. Yaz tatilinde durmayıp çalıştılarsa; temelde veya ara katlarda yapacakları tadilat için projeler ürettilerse değmeyin keyiflerine. Okulların açılması bunları ballandırmak için bulunmaz fırsattır. Öğretmenlerin, okul müdürlerinin, öğrencilerin bu değişiklikleri anlaması, uyum sağlaması bakanın sorunu değildir. O ulu insan, yüce kişilik ekibiyle biz tatil yaparken çalışmış, yazıp-çizmiştir. “Yap” dediğini yapmak, “ol” dediğini oldurmak geriye kalan fanilerin işi.
Bu eğitim dönemini bir öğretmen, veli ve sendikacı olarak değerlendirmem gerekirse tek kelime ile “yoruldum”. Çalıştığım lisede eski-yeni sistem sınıflarına farklı müfredatları aynı özenle işlemeye çalışmaktan, maaşım ve özlük haklarım üzerine nutuk dinlemekten yoruldum. Oğlumun projelerine yardım etmekten, internette arama yapmaktan, müfredatın eksik bıraktığını tamamlamaya çalışmaktan yoruldum. Sendikal çalışmalarımız gereği bakanlığın yayımladığı genelge ve yönetmelikleri takip etmekten, anlamaya çalışmaktan, dava açmaktan, dava konusu ettiğimiz yönetmeliklerin de üç gün sonra yine değiştiğini görmekten, yoruldum.
Yorgun argın kanalları gezerken sayın Bakanımı gözleri fel-fecir, pür enerji görüverince hatırlayıverdim. Okulları açtığımız gün, eksikleri tamamlanmış pırıl pırıl çocuk dostu bir okulda gürbüz ve şanslı çocukların arasında yeni öğretim yılını nasıl açmışsa aynen öyle duruyordu. Karne aşamasına birlikte geldik. Anne-baba yorgun, öğrenci yorgun, öğretmen yorgun. O kağıt parçasını elimize alınca yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı görebilmeliyiz diye düşünüyorum. İkinci dönem yeniden yorulacağımız için de bir parça dinlenmeliyiz. Bildiğim birileri durdurmazsa Sayın Çelik’in durup oturmaya, yorulmaya hiç niyeti yok. Öyleye bizim de yorgun ve yılgın olma şansımız yok.
Karnelerimiz nasıl olursa olsun; tüm eğitim çalışanlarının, öğrenci ve velilerin yarıyıl tatilini eğlence ve dinlence ile mutlu mesut geçirmelerini diliyorum. Sevgi ve selamlarımla…
23/01/2007
Cansel GÜVEN
guven@aes.org.tr