11 çılgın Türk’le yola çıktığımız günden bu yana 18 ay geçmiş. “Birileri bir şeyler yapmalı” diyerek beklediğimiz kayıp zamanları telafi edercesine çalıştık. Profesyonel sendikacı değildik, hâlâ da değiliz çok şükür. Uzman 657 li olmak, eğitimci olmakla övünüyoruz inadına.
Maaşlarımızdan kestiklerimizle sendika merkezi kiralayalı henüz bir yıl olmuş. İmece ile temizlediğimiz, boyayıp 2. el mobilyalarla döşediğimiz bu mütevazi büronun eğitim çalışanları için buluşma, çalışma, çözüm üretme mekânı haline gelmiş olması gururlandırıyor insanı. Aynı yolla Anadolu’nun çeşitli noktalarında AES temsilcilikleri açılıyorsa siyasilerden, Soros’dan, AB fonlarından fonlanmadan sendikacılık yapılabildiğini ispatladık demektir. Örgütlenme güç, cesaret ve para gerektiriyormuş, haklılar. Her üçünü de Atatürk’ün milli mücadele yıllarında yaptığı gibi kendi özümüzden karşılıyoruz. Doğru ve güzel olana kilitlendiyseniz ne yoruluyorsunuz ne de “ahvâl ve şerait” sizi yıldırıyor. Meslektaşlarla içilen bir bardak çay ve “hiç sendikacıya benzemiyorsunuz” sözü tüm yorgunluğu alıyor.
Sendikalarca bölündük, çağırdılar gittik, yürüdük, halay teptik, alnımızda etiket oldu adları. Kürtçü, Türkçü, ümmetçi ya da sarı dediler örgütlerimize. Dilimiz döndüğünce birlikte hak aramanın erdeminden söz ettik örgütsüz arkadaşlarımıza. Sendika yönetimlerince düşülen hatalar tüm üyelere fatura edildi. Hiçbir sendikaya üye olmamış olmak gurur vesilesi oldu adeta. İstifa etmek örgütsüzlük demek, başka sendikaya geçsen “dönmüş” olacaksın, yaman bir durumdur. Parti gibi davranan bir sendikadan ayrılmak siyaseten dönek olmak gibi algılanır haliyle.
Bu noktadan hareketle önce düşünsel zeminde kurduk sendikamızı. Meslek örgütü olacaktık. Ülkenin tüm iç-dış siyasetine yönelik ahkâm kesenlerin ne memleketi ne de eğitimciyi kurtaramadığı ispatlıdır. Kendi üyesine çözüm üretemeyenlerin onlarca siyasi partiye alternatif olmaya kalkması, “her şeyi bilir” görünmesi yanlışına AES düşmeyecek. Kaldı ki tüzüklerde yazılı olan yetkinin kötüye kullanılmasıdır eğitim-özlük dışında beyanat vermek. Çok şükür hepimizin aklı ve vereceğimiz bir oyu var. Sendikama ne? Kökenim, dinim, mezhebim, oyum bana ait. Sınıfa nasıl giriyorsak sendikaya da diğer kimliklerden soyunup girmeliyiz oysa. “Başkan” ların siyasi kimliği olmaz, olmamalı. Onlar meslektaşlarının sorunlarını kamuoyu ile paylaşan sözcülerdir. “Seçkin" 7 akıla emanet edilen sendika kitle sendikası olamaz.
Temsil edilmek isteyen söz söylemeli, yazı yazmalıdır. Bir garip coğrafyacı (ben), meslek lisesindeki atölye şefinin derdini ne bilsin, o anlatmazsa. Akademik personel de, yardımcı hizmetlerdeki personel de aynı sendikada. Öyleyse alt komisyonlarla kurumsallaşmalıydık. Öyle de yaptık. Her AES üyesi ilgili alt komisyonun da doğal üyesidir. Teşhis koymak, tedavi önermek yetkisindedir. Yönetimse yasa, yönetmelik ve tüzük süzgecinden geçirip, tabandan geleni dillendirir, söz söyler, önerir, dava eder.
Yani makam, iş takibi, unvan, para, güç vaat etmek bir yana, sorumluluk yüklüyoruz üyelerimize. 5 lira verip temsil edilmeyi bekleyenlere aidatları iade, AES yanlış adrestir.
Sendikal geleneği bozarak zor ve uzun yoldan gidiyoruz. Var olan yapılarla kavga edecek vakit değil. Eğitim “milli” olmaktan çıkmış, yaptığımız iş “meslek” olmaktan. Cumhuriyet tarihinin en çok dava edilen ve dava kaybeden bakanlığı döneminde kurulduk, üye çalışması yapmak bile lüks. Mektupla, kargoyla üyelik alan tek sendika da AES sanırım.
Sevgili öğrencilerimize, fedakar velilerimize ve öğretmenlerimize ayıracak zamanımız ve ikram edecek demli bir çayımız her zaman bulunur. Bekleriz efendim…
18/11/2006
Cansel GÜVEN
guven@aes.org.tr