Farklı sosyal çevrelerde yetiştik, kişisel tarihimiz de birbirinden farklı. Ben insanın ham haline öykünüyorum hep. Doğduğumuz anda mükemmeliz aslında. Bize yüklenen her bilgi, tecrübe ettiğimiz yaşantılar ideal olanı bozuyor, çarpıtıyor.
İnsan darbe alınca bükülmeli, üzülünce ağlamalı, korkunca irkilmeli. Her bebek öyle yapar. Yetişkin olmayı bükülmemek, ağlamamak, irkilmemek sanıyoruz. Yaşamaya ve insan olmaya dair tüm belirtiler zayıflık sanki. Soğukkanlı olmayı öğrenirken kanımız dondu adeta. Daha beteri; hangi etki karşısında nasıl tepki vereceğimiz sistemli şekilde ezberletilmekte. Roller nerde bitip başlıyor, biz ne kadarıyız kendimizin kim bilir?
Acı eşiklerimiz de farklı sanırım. Ben açlığa dayanamam ama uykusuzluk vız gelir. Bir başkası kan görmeye gelemez, bir diğeri yalnızlığa. Yoksunluklar ve acılar hepimize aynı etkiyi yapmıyor sonuçta. Trajediden beslenen, zevk alanları da gördüm. Farklı oluş anlaşılır bir şey. Anlamakta güçlük çektiğim şey kitlelerin aynılaşması. Somut bir olaya bakıp, sürüler halinde aynı tepkiyi verirken ne kadar biziz?
Okuduğumuz gazeteler, izlediğimiz kanallar, oy verdiğimiz partiler, üye olduğumuz sivil (?) toplum örgütleri beynimizi yalnız yıkamakla kalmamış, akşamdan çamaşır suyuna yatırmış adeta. Tertemiz bir sayfayız önlerinde. Yazıp, silip, boyuyorlar akşamdan sabaha. “Üzül” diyorlar üzülüyoruz, “kız” diyorlar köpürüyoruz, “vur” denilince ne yaptığımızı da alem biliyor. Aferin bize!
Cenazesi belediye tarafından kaldırılmış, bırakın hüküm giymeyi iki satır suçlanmamış mevtaya “örgüt kasası geberdi” diyeni gördüm ben. Darbelerde darbe almış, işkencelerden geçmiş akademisyenlerin, gazetecilerin darbeci olduğunu ezber edeni duydu bu kulaklar. İnsan akıldan, mantıktan, insaftan nasıl bu denli uzağa düşer? Yüce adaleti yalnız kendinden olana isteyen, kendine benzemezi linç edenler hangi tezgahtan geçti, hangi mekteplerde etti ezberi?
İnsaf da akıl da özümüzde. Servis edilen her haber yanlış, her söz yalan da demiyorum. Okuyun ama ezber etmeyin, bilgiye aç, yalana tok olun diyorum haddimi aşarak. Taraf olana şüphe etmeli aslında. Bilgiyi doğurana bakmak gerekmez mi? Ananın evladını övmesine kanmamak gerek öyleyse.
Her daim ak, her an kara diyenleri ciddiye almıyorum. Gözü kaçırmadan insanların ve olayların ta gözbebeklerine bakma cesaretinden söz ediyorum. Tam da sizin gibi düşünenleri, yaşayanları, hissedenleri değil, bambaşka halleri, makyajın ardını görme, anlama, yüzleşme cesareti.
İnfaz, ceza kanunda yargılaması tamamlanan kişiler için verilen cezanın yerine getirilmesi anlamına geliyor. Bu durumda sanık artık hükümlüdür. Şüphelinin üzerindeki şüphe kalkmıştır yani. Biz buna sabredemiyoruz işte. Şüpheli olan biz değilsek, bizden değilse hükümlüdür. Bu noktada infaz memuruyuz. Ülke koşullarında makul sürelerde tamamlanamayan her türlü yargılamada ya savcıyız ya avukat. Delillerle değil, isimlerle ilgiliyiz sadece. İpi çekerken elimiz titremiyor, vicdan da sızlamıyor. Çokbilmiş bir köşe yazarı, kaşar bir siyasi bizim yerimize düşünüp hükmü veriyor nasıl olsa. Bembeyaz bir kağıdız önlerinde.
eyaz her zaman temizlik değil. Renklerim var benim, doğarken getirdiğim, sonradan edindiğim. Her an gelişiyor, değişiyor olsam da bunda dahlim, iradem olmalı. Gördüklerim karşısında ne düşüneceğimi söyleyen seslerin tümüne lanet olsun! İnsan olma, birey olma, özgün olma hakkımızla yurttaşız biz! Hiçbir şey yapamıyor olsak da bunu koruyalım yeter.
Ezbere, sürüye hayır demek büyük kahramanlık. Okuduğum okullara, gazetelere, izlediğim televizyonlara, aidat ödediğim örgütlere, oy verdiğim partilere inat, bakma ve görme hakkımı koruyacağım. Hüküm vermek için bilgi sahibi olmayı, mutlak doğruyu aramayı göze alacağım. Sonunda ulaştığım doğru hoşuma gitmese bile! Kırk satırla kırk katır arasında tercih yapmaya zorlamasın kimse beni.
Salt ben kalsam, toptan ikiye yarılsa ülkem ne darbeden yanayım ne de faşizme razı olacağım!
Cansel Güven
Anadolu Eğitim Sendikası
Genel Başkanı
19.07.2008 Ulus Gazetesi