İçine atıldığımız, bazılarımızın gönüllü atladığı kazandaki su kaynama noktasında artık. Emekliliğe doğru hidayete erenler, son nefesinde şehadet edenlerden değiliz. Bugün özellikle gazeteciler ve emekli siyasetçiler arasında –U- dönüşü yapanları, kıvıranları, -en masumu- şaşıranları görmekteyiz. Bir hastalık tüm belirtileri ile geldi oysa. Öyle bir günde çürümedi ciğerlerimiz, beynimiz. Safhaları hafif ateş ve kırıklıkla geçmedik. Ayağımızın ucundan devletin beynine doğru milim milim ilerledi virüs. Doktorların ilerlemiş vaka dediği bir manzara. “Allahtan ümit kesilmez” ile, “tıbbın tüm olanakları” arasında bir yerdeyiz.
Yalnızca bir ay içerisinde Baroyu, üniversiteleri, demokratik kitle örgütlerini kamplara bölmeyi başardılar. Dinamitlenen Anayasa tüm toplumu taraf haline getirdi. Düne kadar türbanı sorun etmeyenlerin bile böyle bir sorunu var artık. Hatta bazı başörtülü kızlar dün girebildikleri okullara giremez oldu. Kimi okulda da yeni nesil türbanlılar türedi elbet. Üniversiteler yangın yeri. Kız kardeşlerinin yanında saf tutan ağabeylerle saflar sıkılaşıyor. Rektörün rektöre, hocanın öğrenciye, YÖK Başkanının kendi kurulundaki üyelere düşman olduğu üniversitelerde eğitim fiilen bitmiştir. Bir avuç türbanlıya eğitim hakkı vereceklerdi, on binlerce öğrencinin bu hakkını aldılar ellerinden
Rüzgar eken fırtına biçermiş. Ağız dalaşlarının, suç duyurularının, hedef göstermelerin sonu nereye varacak korkuyorum. Saçı örtük olsun olmasın, tek bir öğrencinin kanı bulaşırsa ellerinize nasıl uyuyacaksınız ey iktidar sahipleri, Ehli Müslümanlar! Birkaç oy daha çalmak, timsah gözyaşları içinde tribünlere şiir okumak için gençlerimizi, bilim insanlarımızı birbirine kırdırmaya değer miydi?
Irak’ın Kuzeyinde Şanlı Türk Ordusu son derece meşru bir çarpışma yaşamaktayken hem türbanı hem de vakıflar yasasını imzadan geçiriverdiler. Tekel işçilerini soğuk suya tutup, kendi maaşlarını hırsızladılar. Sosyal güvenlik düzenlemesinin ilk maddelerini de araya sokuşturarak yangından mal kaçırdılar. Kocatepe’den kalkan şehit cenazeleri için ara verildi yağmaya, kameralara görüntü vermek için. Son on gün yoğun bir tempoyla aşırma-göçürme ile geçti. Acımızdan cebimize, tapumuza, dersimize bakmak ar geldi. Türban düzenlemesiyle üniversitemiz, sosyal güvenlik ayarıyla emeğimiz, emekliliğimiz, Vakıflar Yasasıya vatan toprağımız, Lozan kapkaça uğradı. Verdiğimiz onlarca şehidin kanı fon oldu, paravan oldu.
Katıldığım cenazelerde bizim için toprağa düşenlerle aramıza barikat kurulduğunu gördüm ilk defa. Bin bir eza ile girebildik Kocatepe avlusuna, cemaatle protokol arasına metrelerce mesafe koydular. Şehidimizi bizden sakınmanın anlamı yoktu, siyasileri bizden korudular. Bir sesleniş, bir serzenişten bile korkuyorlar. Varsa hakkımız helal etmiştik sana Mehmet’im! Onu demeye gelmiştik. Ardından yürütmediler ama sen de helal et hakkını.
Vatan savunması yapılırken parayı, koltuğu, çıkarı düşünmek ayıp gelir bize. Bu bizim hırsızlığı görmediğimiz, hastalığı hissetmediğimiz anlamına gelmez. Haddini, yetkisini aşan her kim varsa, şerefli savcıları aracılığıyla Yüce Türk Adaleti önünde hesabını verecektir. Türkiye Cumhuriyetini saran kanser içinse üfürükçü aramayacağız. Bu zehrin panzehiri de özümüzde var. Özde cumhuriyetçi ve Atatürkçü kadrolar hırsızı da, arsızı da, mikrobu da söküp atacak içimizden. Bize düşen hala sağ-sağlıklı hücreleri, organları korumaktır. Bir de camideki cepçiye dikkat edeceğiz. O kadar…
02/03/2008
Cansel GÜVEN