Bir yıl önce takvimi açısından tartışılmaya başlayan genel seçimler, cumhurbaşkanlığı gerilimi, cumhuriyet mitingleri, e-muhtıra ile erkene çekildi ve oldu-bitti bile.
Her an seçime hazır olanlarla hiçbir zaman hazır olamayanlar arasında adil olmayan tuhaf bir maç izledik. Kendimi şaşkın, kızgın ve kandırılmış hissettiğimi söyleyebilirim. Bu üç duyguyu ayrı nedenlerle açıklayacak değilim. Şaşkınlığım ve kızgınlığım kendimi kandırılmış hissetmem yüzünden çünkü. Ülkenin hal ve gidişi üzerine yalnız seçim zamanı düşünenlerden olmadım. Yasalar bir siyasi partiye üye olmamı engelliyor olsa da bu apolitik olmayı gerektirmiyor. Yaşadığı ülkeye dair duyarlılığı olan her yurttaşın yapması gerektiği gibi baktım, gördüm, taraf oldum.
Sınır ötesinden kumandalı toplum mühendislerinin on yıllardır kurguladıkları oyunun farkına varmak gerek. Değişen aktörleri, sıfatları, amblemleri ile üzerimize tekrar tekrar geldiler. Irk, din, dil, politika, ekonomi üzerine türlü kurgular gördük. Ortak ve mutlak amaç hiç değişmedi; Atatürk’ün kurduğu bağımsız Cumhuriyetimizi sömürgeleştirmek, varlığımızı hiç etmek. Mustafa Kemal’in hitabında anlam bulan “dahili ve harici düşmanlar” düşmedi yakamızdan.
“İstikrar” büyülü bir sözcük. Satarak, ihale ederek, talimatla iş görerek, sadakayla geçinmenin adı istikrar. Ana muhalefet liderine göre oy oranını %20 lerde tutmak istikrar. Benim istikrardan anladığım ise 1923 de kurulan Türkiye Cumhuriyetini tüm ilke ve devrimleri ile aynen korumak. Durmak gerilemekse, aldığımız noktadan sürdürmek, ileriye götürmek gerekecektir. Yani ben istikrarcılardan değilim.
Mesleğim, sorumluluklarım ve duyarlılıklarım beni sosyal hayatın içinde çok farklı kesimlerden çok sayıda insan ve toplulukla iletişimde olmamı sağlıyor. Velilerim, öğrencilerim, öğretmenler, memur ve hizmetlilerin yanı sıra çeşitli meslek örgütleri, odalar, dernekler… Profesyonel şirketler seçim anketi yapmadım ama nabız hep elimdeydi. 4.5 yıllık AKP İktidarı boyunca yalnız eğitime taraf olanlardan sendikamıza ulaşan maillerin toplamı bile on binleri buluyor. Bu ülkedeki neredeyse her yurttaşın ya veli, ya öğrenci, ya eğitim çalışanı olduğunu biliyoruz. Yalnız bu kriterle bile mutsuzluğun tavan yaptığını görmüş oldum.
Türeyen yeni zenginler ve gemicikleri bir yana bırakırsak halkın yoksulluk ve yoksunluk içinde olduğunu, memurun kadrodan, çiftçinin mahsulden, esnafın siftahtan mahrum kaldığını gördüm. Bu kulaklar şehide “kelle”, teröriste “sayın” dendiğini duydu. İnançlar hatta okullar üzerinden “bizden olan-olmayan” ayırımına tanık oldum. Büyük ve rezil Orta Doğu Projelerine, AB ve ABD sömürgeciliğine yaltaklanıldığına kahroldum. Farkındalığımızı “NE ABD, NE AB, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE” sloganı ile özetlemiştik meydanlarda. Bizi bir araya getiren oy verdiğimiz partinin aynı olması değildi. Ortak duygu Atatürk’e ve onun yüceltmemiz için bıraktığı bağımsız cumhuriyete duyduğumuz sorumluluktu.
14 Nisandan gerilere düştüğümüzü asla düşünmüyorum. Yorumlama becerisinden yoksun olanlara ilanen söylüyorum ki, hangi iktidar, hangi oy oranıyla gelirse gelsin sahip olduğumuz cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirip, dönüştürmeye muktedir olamayacaktır. Bazen yüzeye çıkmanın en iyi yolu dibe batmaktır. Uyanmak için şiddetli bir tokat gibisi de yoktur.
Uyanış deyince bir fıkra takılıyor aklıma. Bizi seçim sonrasına öteleyen iktidarla toplu görüşme yapacak yetkili sendikalara bir fikir verebilir belki. Malum hikayedir;
Timur, ordunun hizmetindeki filleri bakılması için köylere dağıtır. Hoca Nasrettin’in köyüne de bir fil düşer. Arsız ve obur fil ekinleri mahveder, köylüler perişan olur. Gelip hocaya yalvarırlar; “senin dilin döner, Timur’a gidelim, bu fili bizden alsın” derler. Timur’un öfkesi ve azameti dillere destan. Hoca köyden bir heyetin kendisiyle gelmesi şartıyla huzura varmayı kabul eder, yola düşerler. Kalabalık yol boyunca fire verir. Birer, ikişer kaçanlar olur. Hoca nihayet Timur’un huzuruna çıktığında dönüp bakar ki tek kalmış. Dönüşü yok, söz alır:
-“hükümdarım, köyümüzde misafir ettiğimiz fili çok sevdik. Lakin pek yalnız kaldı, üzülmekteyiz. Yanına bir arkadaş daha verir misiniz?”
Belki bizim de daha çok file ihtiyacımız vardır, ne dersiniz?
28/07/2007
Cansel GÜVEN
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkanı