OKULLAR AÇILIRKEN…
2005-2006 Öğretim yılını toz- duman içinde kapatmıştık. İlköğretim müfredatları değişmiş, mini mimi birler el yazısı yazmış ama kitap harfi okuyamamıştı biz bıraktığımızda. Liseler 4 yıla çıkarılmış, koşulsuz afla bir üst sınıfa geçirilen liseliler öğretmenlere sınıfları dar etmişti. Okullarda yaşanan şiddetin “ana sınıfı” düzeyine indiğini gördük. Geçen öğretim yılına başlayan 22 öğrenci karnesi alamadı, onları eğitim yuvalarında şiddete kurban verdik. Onlarca öğretmen ve idareci darp edildi, fiziksel ve duygusal travmalar yaşadı. Uzmanlık sınavı açan MEB, öğretmeni dershane sektörüne taze kan olarak sundu. Sınavlar yapıldı, davalar açıldı, kimse uzman olmadı.
Akademik başarı yerlerde sürünürken 2443 okul birincisi açık öğretim dahil hiçbir yükseköğretim kurumuna yerleşemedi. OKS sonuçları ve yerleştirmede yaşanan aksaklıklar da binlerce ilköğretim öğrencisini mağdur etti. Tercih etmediği okulu kazanan, kazandığına yerleşmeyen çocukların sınava tekrar girme şansı da yok ne yazık ki.
Geride bıraktığımız eğitim-öğretim yılında MEB en çok dava edilen ve kaybeden kurum olma rekorunu kırmıştır. En üstteki bürokratından, velisine hatta yayınevlerine kadar eğitime taraf olan her birim tarafından şikayet konusu olan uygulamaları durdurulsa, iptal edilse de küçük makyajlarla yine gündeme geldi. Rotasyon, idareci atamaları, açık lise yönetmeliği bunlardan sadece bir kaçı. Kendi personeli ile kavgalı hatta mahkemelik olan bakanlık tarafından öğretmenlik mesleği herhangi birinin yapabileceği sıradan bir iş olarak kamuoyuna yansıtılmaktadır. Yaşam standardımızı yükseltmek yerine toplumsal statümüzü alçaltan yaklaşımlar artarak sürmektedir.
Yeni öğretim yılına girdiğimiz bu günlerde manzaraya kargaşa hakim. Bakanlık kayıtlar sırasında zorunlu bağışları önlemek için uygulamaya koyduğu e-kayıt projesinde “tavşana kaç, tazıya tut” dedi ama başarısız oldu. Reform iddiasındaki e-kayıt bilmecesi okulları, muhtarları, hatta emniyeti felce uğrattı. “Zorunlu” eğitime kayıt yaptırabilmek için internet kafe, muhtarlık, okul, hatta emlakçiler arasında mekik dokuyan veliler kısmetlerine razı olduktan sonra süre uzatıldı, ardından adres esnekliği getirildi.
Öğretmen ve idareci atamaları hem ihtiyaç hem de liyakat açısından tartışmalı durumdadır. Temel branşlarda reel ihtiyacın çok altında, sembolik atamalar yapılırken, idareci olma yetileri bu iktidar tarafından keşfedilen pek çok din dersi öğretmeni eğitim kurumlarına asaleten, vekaleten yönetici olarak atanmıştır. Bu durum ilgili branşta 800, fizik ve biyoloji branşlarında 20 kişilik atama yapılmasından anlaşılabilir.
Geçen yılki eksikleri ve yanlışlarıyla aynen basılan ücretsiz ders kitapları bu öğretim yılında da fotokopi maliyeti ve eziyeti yükleyecektir. Orta öğretimin zorunlu olmadığı ülkemizde liselere ücretsiz kitap dağıtılması da son derece popülist bir yaklaşımdır. Kaldı ki eğitim maliyetini yükselten kalemler içinde ders kitapları, kırtasiye, giyim, ulaşım gibi giderlerin gerisine düşmektedir. İhtiyaç sahibi olana eğitim olanağı götürmek sosyal devlet anlayışına uygun olmakla birlikte, okulların temel ihtiyaçlarını karşılamayan hükümetin, her öğrenciye ders kitabı hediye etmesi anlaşılır bir durum değildir.
Aynı çelişki devletin sırtından eğitim yükünü alsın diye -kâr amaçlı kurulmuş ticari yapılar olan- özel okulların teşvik edilmesinde de görülüyor. Devlet okulunda okuyan öğrenci başına 10 lira katkı bulamayan bakanlık, özel okul öğrencilerine 100 Liralık yardım için keseyi açıyor. Bu şike ortamında devlet okullarında başarının, refahın artmasını beklemek safdillik olacaktır.
Tüm yolları kazılmış, dev bir şantiyeye çevrilmiş kentlere benziyor eğitim sistemimiz. Plansız başlanmış müfredat değişikliğine tadilat yapılırken, liselere kaçak kat çıkılmış adeta. 15 yeni üniversite mevcutları parsellere ayırarak kazanılmış durumda. Hukuk eliyle yıkılan el çabukluğu ile tekrar dikiliyor karşımıza.
Kargaşayı doğuran diğer bir neden de sık sık değişen yönetmeliklerdir. Sadece “Ders Araçları Yönetmeliği” bile bu iktidar döneminde 11 (yazıyla on bir) kere değiştirilmiş. Son halinde Talim Terbiyenin yasa ile kendine verilen görevi yönetmelikle üzerinden attığını görüyoruz. Danıştay’a taşıyıp, dava konusu ettiğimiz ilgili yönetmeliğin üzerinde bu kadar oynanması oldukça anlamlıdır.
Algısal bir yorgunluk içinde, yayımlananı, ilan edileni görmezden gelmeye başladık. “Nasıl olsa değişecek” beklentisi, Devletin ciddiyeti ve eğitim hizmetinin sürekliliğine gölge düşürüyor. Milli Eğitim kısa, orta ve uzun süreçler için planlama gerektirir. Pilot uygulamaya geçmek için bile yeterince hazırlanmış olmak gerekir. Tek partili iktidar olmanın kudret ve cesareti ile sabah ezanıyla tebliğ yayımlarsanız, ikindiye “pardon” deyip geri almanız kaçınılmazdır.
Bu öğretim yılı genel seçim havası içinde geçecek. Tecrübe ettiğimiz bakanlığın reform (?) rüzgarını aynı şiddette estireceğini öngörebiliriz. Öğretmen, veli ve öğrenciler açısından en hayırlısı, yeni bir icat çıkarmamaktır. Sayın Çelik ve ekibinin asıl yapması gereken sözleşmeli öğretmenleri kadroya kavuşturmak, Milli Eğitim Şurasını layıkıyla gerçekleştirmek, siyasi kadrolaşmaya son vermek, okulların ekonomik ve fiziksel koşullarını iyileştirmek, Öğretmene hak ettiği ücret ve özlük haklarını teslim etmektir. Eğitim hayatının ayrılmaz bileşeni olan memur ve hizmetlilerin yaşam şartlarını iyileştirmek, açlık sınırlarından çekip kurtarmak da bakanlığın öncelikleri arasında olmalıdır.
Milli Eğitim Temel Kanunu bizim için pusuladır. Orada tanım bulan esaslardan ayrılmadan var olan yasa ve yönetmeliklerin ışığında hasarı giderebiliriz. Tonguç Baba’nın, Mustafa Necatilerin, Fakir Baykurtların öğretmenleri hala sınıflarının başında. Çeviri müfredatlara, kitaplara ihtiyacımız yok. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin aydınlık nesillerini Başöğretmen ATATÜRK’ün izinden yetiştirmeye muktediriz.
Bu duygularla tüm eğitim çalışanlarının ve öğrencilerimizin yeni öğretim yılını kutluyor, hayırlar getirmesini diliyorum.
Cansel Güven
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkanı