Yalnız kendini ve kendinden olanı düşünüp kollayana halk arasında “kendine Müslüman” denir. Sözleşmelilerin feryadına kulak tıkayarak, kendi yandaşlarıyla kadrolaşanlara, ne de güzel yakışıyor bu söz.
Empati diyorlar hani, kendinizi karşınızdakinin yerine koyup ne yaşadığını, ne hissettiğini anlamaya çalışırsınız. Hayal edelim şimdi:
Orta sınıf bir ailenin ortalamanın üzerinde başarılı bir çocuğu olarak eğitim fakültesini kazandınız. Yüzdelik sıralamada ilk onlardasınız yani. Döktüğünüz ter, ödenen dershane paraları helal oldu size, fakülteye kayıt oldunuz. Harç, yurt, yeme, içme, kitap, ulaşım maliyetleri için binlerce lira daha ödedi aileniz. Çocuğu öğretmen olacak sonuçta. Alan ve meslek dersleri aldınız, okullarda staj yaptınız, bitirme tezi yazdınız ve mezun oldunuz. Diplomanız size “öğretmen” olduğunuzu söylemekte. Oysa değilsiniz. KPSS denen engel dikilir karşınıza. Beden eğitimi, İngilizce ya da müzik öğretmenliğini birincilikle bitirmiş olsanız da fark etmez. Tapu kadastrocu ya da ebe olmak isteyenle aynı soruların sorulduğu, alanınızla ilgisiz bir konular üzerinden yüz binlerle yarışmanız gerekiyor. Haydi yine dershaneye. Kahrolası barajı aştınız diyelim, bakalım sizden kaç kişiyi alacaklar. Yalnız sizinle aynı sınıftan aynı yılda mezun olan 50 kişi varken yıllardır atama bekleyen onbinler arasından 2 ya da 20 kişi alınacaktır. Boynunuz bükülür, kadroyu geçer sözleşmeye bile razı olursunuz. İl, ilçe, bucak, mecra demeden tercih yaparsınız. Kendinizi mevsimlik ve ikinci sınıf hissettirecek, öğrencilerin gözündeki statünüzü “nöbetçi” düzeyine indirecek bir statüye razı olursunuz. Yolluk alamazsınız, yine ailenize borçlanırsınız. Zaten maaşınız da zamanında yatmayacak, ek dersinizden SSK kesintisi yapılacaktır. Amirinizin iki dudağı arasındaki sözleşmeniz her türlü angarya ve eziyeti sineye çektirir. Eş durumu ve diğer özürlerle tayin hakkı da tanınmaz size. İhtiyaç olduğu sürece çakılısınızdır. Ne evlenebilir, ne de ailenize kavuşabilirsiniz. On yıl da çalışsanız yükselemezsiniz, stajyerliğe bile sayılmaz hizmetiniz. Kredi başvurularınız bile onaylanmaz bu “geçici ayıp” yüzünden. Eş, çocuk, doğum, evlilik yardımları da yoktur. Yoksunuz, hiçsiniz yani.
Bu size nasıl hissettirdi kendinizi? Sizi ve ailenizi sınavdan sınava, masraftan masrafa sürükleyen öğretmen olma hayali size bir meslek değil, bir utanç ve usanç olarak dönse ne hissedersiniz? İşte biz öyle hissediyoruz. Aynı sınıfları, aynı teneffüsü paylaştığım sözleşmeli meslektaşlarımın gözlerine bakınca kahrolmaktayım. Bir tanesi “öğrencilerim bilmesin istiyorum” demişti. Sanki bu ayıbın sahibi kendisiymiş gibi.. Çünkü bu ayıp, onu daha az öğretici kılacaktı; belki haklıydı da.. Veliler de öğretmen seçiyor bugün, çünkü amele pazarına düştü onurumuz ne yazık ki. Sistemin ve onu kurgulayanların ayıbı boynumuzu bükmesin artık!
Şimdi taraflar masada. Sendikalar ve hükümet hazretleri. Benzer makam araçlarıyla gelip, şık takım elbiseleriyle aynı deri koltuklara kuruldular. Ben vicdan diliyorum artık. Neslimizi yetiştirecek bu eğitim ordusuna edilen zulüm son bulsun! Kadrolarımızı verin, ya da üzerinde “öğretmendir” yazan diplomalarımızı alın. Buçuklu zamlar sizin olsun!
23/08/2007
Cansel GÜVEN