Bilinen hikayedir, bir değeri eskitmek için bolca çiğnemek gerekir ayaklar altında. Sıradanlaşır konu, algıda yorgunluk başlar, bakar ama görmez olur gözler, sağırlaşır kulaklar. Bırakacaksın konuşsunlar, yol ver yürüsünler, toplumun gazı alınır usulca, gündem değişir. Başöğretmen Atatürk’e yönelik bu senaryo, onun öğretmenleri için de aynen sahneleniyor yıllardır.
Çok da mazlum, masum değiliz aslında. Hem partilere, hem de sendikalara dekor olduk bilmeden. Hak ettiklerimizi almak, haklı bir gündem oluşturmak adına eskittik adımızı. Limon satan öğretmen, eylem yapan öğretmen haber değeri bile taşımıyor artık. “Yine ne istiyorlar bunlar” bıkkınlığına döndü tepkiler. Yürür, söyler, döner derse girer olduk. Öğretmen günlerinde Bakanından azar işiten çalışanlar haline gelişimize bakıp şaşırmaktayız.
Cumhuriyetimizin ilk yılarındaki aydın, fedakar, lider, onurlu öğretmenleri, artık mızmız, kavgacı, paragöz ve partizan mı sahiden? Öğretmene ev vermenin, kız vermenin, onunla dost olmanın gurur aracı olduğu günlere ne oldu? Büyük topluluklar içinde meslek ahlakından uzaklaşmış, farklı kişilik özellikleri gösterenler mutlaka olur, her dönemde de olmuştur. Bu kötü örnekler medya, siyaset ya da demokratik amaçlarla kurulmuş kitle örgütleri yüzünden yaygın ve çoğul olarak algılanmakta. Bu yanlış algıda hatadan çok bir komplo ve kasıt aramak gerek. Bu durum tek tek bireylerin yanlışta olmasından değil, büyük bir oyunun gereği olarak yaşanmaktadır. Oyunu bozmak için farkında olmak gerek. Üzerimize yönelen grilikten kurtulmanın, hak ettiğimiz saygıyı görmenin, sesimizi daha gür duyurmanın yolu buradan geçer.
Genele, özelden varılır. Her eğitimci kendinden başlayarak, ait olduğu gruba doğru yeniden tanımlamalıdır kendini. Üyesi olduğumuz sendika ve dernekleri dönüştürebilmek, daha iyiye evrimleştirebilmek için öncelikle onları eleştirebilme cesaretine sahip olmalıyız. Futbol takımı tutar gibi fanatizm içinde olmak ne örgüt ne de üye için hayırlı olmuyor, olmadı.
Tozun, pasın altında pırıl pırıl hala mesleğimiz. Ne varsa imar edilen, ulusça göğsümüzü kabartan hepsi biz öğretmenlerin eseri. Kirliliğe daldırıp gözlerimizi, umutsuz, karamsar ve alçaklarda hissetmemizi istiyorlar. Gözlerimizi yüksek ufuklara dikip inadına yüceleceğiz. İnsanlık ve erdem üzerine bir ders vermek gerekiyorsa bunu ancak Başöğretmenimizin izinden biz veririz. Anlamayanlara, aymazlara malum oluncaya kadar, öğretmen sabrımızla.
Yalnız adın eskimiş, öğretmenim. Sen ne eski, ne de eksil başımızdan. Günün kutlu olsun…
18/11/2007
Cansel GÜVEN