Portakalı bilirsiniz. İlk önce çiçeklerini açar sonrasında da o çiçeklerin üzerinden oluşan turuncu renkte bir kış meyvesi oluverir. O kadar güzel bir koku yayar ki etrafa sanırsınız tüm çiçeklerden daha güzel kokuyordur. Oysa kasım patları, menekşeler, laleler…insanların yaşamında bir yere değin yer edip dururlar. Şu da bir gerçektir ki bitkiler ancak sevgiyle büyürler. Ne kadar çok pozitif enerji yüklenirse o kadar büyüme özlemiyle yanıp tutuşurlar. Hatta öyle bir hal alırlar ki siz üzüldüğünüzde gözyaşlarını gizlemeyerek akıtırlar dallarına. Derdiniz büyüdükçe o da büyür aynı dertle. Portakal ağaçlarının görkemi de oradan geliyordur belki kim bilir? Ürününü almayı bekleyen çiftçi onun yalnızlığına ortak koşuyordur da derdine deva olabiliyor mudur? Oluyordur suyunu vererek, toprağını havlandırarak. Emin olun.
Güller yabandır. Mutluluklar gibi. İnsanlar mutlandırmak için sevdiklerini gül bahçelerine dalarlar umarsızca. Her daldan ayrı renkte güller bezerler değer bulduklarının önüne. O ise şahlanır. Hayatın tüm renkleri sunulmuştur önüne. Yalan duygular, kaçak sevgiler, deli sevdalar...Adı her ne ise insanı insan yapan bir erdemle karşılaşmıştır. O yüzden annelerimize armağan ettiğimiz bir gülün anlamı sonlanmaz da alınan pahalı bir giysinin zamanla ehemmiyeti kalmaz. Güzelliğini sunuyordur, rengini, kokusunu, şeklini veriyordur sahibine. Sahibi de benim demenin dayanılmaz coşkusuyla başlıyordur derin koku alma savaşımına. Aldıkça çoğaltır artık. Dizginlemek mümkün olmaz değil mi?
Hayatın da renkleri vardır. Portakal çiçekleri ve güller gibi. Hayat ne denli güçleşirse o denli de çekilmez olur. Ya da bizlere öyle gelir. O zamana değin yaşanmamış acılardır bunun kaynağı aslında. Neresinden tutarsak tutalım hayatın renkleri vardır ve olacaktır. Yaşanılan neyin acısı olursa olsun birey "bu da geçecek" dediği müddetçe öz varlığına ulaşacaktır. Beyaz olmasaydı siyah da olmayacaktı. Çirkinlikler olmasaydı kırıntılar arasında sıkışıp kalan güzellik kavramına ulaşmamız da mümkün olmayacaktı. Yaşama karşı duruşumuzda yaşadıklarımızdan çıkardığımız derslerin önemini yadsımamalıyız. Redde girdiğimizde kaybedenlerden olacağımızı bilirsek, bunu özümsersek o zaman çiçeklerle ve güllerle dolu bir yaşamımız olacaktır. Biz olacağızdır. Birey olarak önce kendimizi kabul edeceğiz. Kimsenin bizi değiştirmeye çalışmasına izin vermeyeceğiz. Kimse için de değişmeye çalışmadan. İçselleştirdiklerimizi karşındakine sunduğumuzda kabul görmüyorsak, yeniden başlanacak yürüyüşe. Maraton bu. Kazanan ve kaybedenlerle dolu. Kaybetmek eylemini belleğimizden sildiğimizde, yarışa bir kere daha girmekteki azmi ve cesareti bulacağız. Yeter ki istemeyi ve ne istediğimizi bilelim.
Bugün kendinize bir iyilik yapın. Aynanın karşısına geçin. Gözlerinize hitap edin. En çok sevdiğiniz bir dostunuzu ziyaret edin. İçinizden geçenleri kağıda dökün. Bir şiiri ezbere okumanın mutluluğunu tadın. Kırgın olduğunuz birini arayın. Yüzünüze kapansa da kapı hayıflanmayın. Bir adım atmanın onurunu taşıyın yüreğinizde. Varsın kapansın kapılar. Mutluluk uzakta değil. Yanı başınızda. Yakalayın onu. Bir daha da bırakmamak niyetiyle sarılın. Kendinizle ve sevdiklerinizle tüm mutluluklara yelken açmanız dileğimle.
Özlem RÜSTEM
Tokat Erbaa Temsilcisi