Edebiyat eğitimi her geçen gün hızlanan iletişim çağında günden güne zorlaşmakta. Bir yanda edebî eserin anlaşılıp yorumlanmasına, dönemlerin, şairlerin ve yazarların tanıtılmasına çalışılırken, bir yanda da edebî eseri okutup estetik haz aldırmak gibi önemli bir çabanın gösterilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Edebiyatın bir ihtiyaç olarak toplumun yol haritasında bir yer edebilmesi için de edebi metin ile toplumu bir araya getirmek gerekli. Estetik duygunun oluşumuna katkı sağlayacak ortamın, estetik değer taşıyan eserin, bu eserin sunumunun ve sunumu yapacak kişinin yeterliliğinin önemi ise burada devreye giriyor. Estetik dili içinde barındıran edebiyat, gündelik dilin üstünde çok anlamlılığı içerir, hissettirir, düşündürür; anlayıp da anlatamadıklarımızı dile getirir. Dostoievsky’den acımasızlığı ve entrikayı, Mustafa Kutlu’nun “Uzun Hikâye”sinden gözleri ıslak, kalbi bir parça sahipsiz kalmış bir çocuğun gülebilmesindeki kerameti algılayabiliyoruz. Baba şefkatini Tarık Buğra’nın ‘Oğlumuz’ adlı hikâyesinden, ülkenin meselelerine duyarsız bir aydının duyarlı bir aydın haline nasıl gelindiğini Kemal Tahir’in ‘Esir Şehrin İnsanları’ romanından, yalnızlığı Necip Fazıl’ın ‘Kaldırımlar’ şiirinden okuruz. İnsanın somut yanı, anatomisi, fizyolojik yapısı anatomi dersinden, fizyolojiden öğrenilebilir. İnsanın soyut yanını, ruhsal yapısını, insanı ilgilendiren soyut kavramları, şefkat veya sevgiyi, acımasızlığı veya merhameti edebî ürünlerden öğrenebilir, hissedebiliriz.
Böyle bir vazifesi olan edebiyatın eğitimini vermek de kültürel alt yapının temel taşlarından birini oluşturur. Çünkü yazılı metinlerini anlayıp yorumlayamayan toplumlar zihin tembelliği hastalığının pençesinden kurtulamazlar. Bunun için de edebi metinle ilk karşılaşılan yer olan okullarda edebiyat eğitimi ve edebî metnin sunumunun yapıldığı kitaplar çok önemli bir yere sahiptir.
Meselenin ders kitapları boyutundan önce edebiyat eğitiminin akademik olarak verildiği üniversitelerin yaklaşımlarından başlamak gerek. Çünkü edebiyat özel bir alandır ve mekanik yetenekten ziyade duyuş, düşünüş ve yorumlamanın ağırlığı her hücresinde hissedilir. Edebiyat eğitimi alanların duygu yoğunluğu, algısı edebi metni çözümleme yeteneğine sahip değilse ‘Benim öğrettiklerimi bana aynen geri ver’ mantığı ağır basacaktır. Üniversitelerin Türk dili ve edebiyatı bölümleri, her yıl binlerce mezun vermektedir. Bu edebiyat bölümleri, nitelikli okur, öğretmen, düşünür, şair, romancı, hikâyeci, senarist, köşe yazarı yetişmesine ciddî anlamda katkıda bulunmakta mıdır? Şiir, hikâye, roman, tiyatro metni yazarlarından kaçının yetişmesinde lise ve üniversitede aldığı edebiyat eğitimin payı vardır? Ya da lise öğrenimi boyunca yaklaşık bin yüz saat edebiyat eğitimi alan bir genç, bu eğitimi ne kadarını okul sonrasına taşıyabilmektedir? Bir şiiri okuduğunda çağrışımlar dünyasında gezemeyen, bir tahlil yapamayan, eline kalem aldığında sıradan cümlelerin dışına çıkamayan bir kişinin edebiyat tarihini, şair ve yazarların biyografisini, dil bilgisi kurallarını bilmesinin ne anlamı vardır? Bunun içindir ki üniversitelerimiz edebiyat bölümleri yetenekli öğrencileri alıp onları geliştiren bölümler değil diploma veren bölümler haline gelmiştir. Belki her bölüm için buna benzer durumlar söz konusu olabilir; ancak edebiyat eğitimi insanın varoluş serüveninin estetik ifadesinin anlaşılmasını sağlayacak bir zihin istemektedir. Sadece hoşça vakit geçirme ya da belirli kalıp sözleri tekrarlayabilme durumuna indirgenen bir edebiyat anlayışı ve eğitimi düşünce üretemez. Edebi metin bir çağın, bir dönemin bir hayatın tanıklığını yapar. Bunun içindir ki edebiyat eğitimi edebî metni toplumla buluşturan bir noktada olmalı ve üretim üzerine kurulmalıdır. Mesela, Harvard Üniversitesi İngiliz ve Amerikan Edebiyatı ve Dili bölümünde, Yaratıcı Yazım ana başlığı altında Şiir Çalışması, Şiir Yazımı, İleri Seviye Şiir Çalışması, Hikâyeye Giriş, Hikâye Yazımı, İleri Seviye Hikâye Yazımı, Makale Yazımı, Birinci Şahıslı Yazım, Tiyatro/Oyun Yazım Çalışması, Sahne Oyunu Yazma Çalışması gibi dersler okutulur. Harvard’a bu derslere ancak konuyla ilgili önceden çalışması olanlar kabul edilmektedir. Şiir çalışması dersini almak isteyen bir öğrenciden beş tane şiir çalışması, derse ilgisinin sebeplerini açıklayan bir mektup ve Harvard veya başka üniversitelerde alınan ilgili derslerin listesi istenir. Bunun dışında Arizona Devlet Üniversitesinde Edebiyatla İlgili Eleştirel Okuma ve Yazma, Edebiyat Hakkında Yazma: Çağdaş Roman Konuları; Ortaçağ, Meşhur/Temel Amerikan Romanları, Edebî Tenkit Tarihi; New York Üniversitesi İngilizce bölümünde Yaratıcı Yazım dersleri arasında Şiir Çalışması, Hikâye Çalışması, Bilim Kurgu gibi seçmeli dersler vardır.
Böyle bir eğitimden geçmeyen ve üniversitede aldığı eğitimle, lise müfredatındaki pratikleri bilmeyen öğretmen, uygulamak zorunda olduğu müfredat ve ders kitabının sunum tarzı karşısında bocalayacaktır.
Meselenin bu yönü sacın ayağının birisini teşkil ederken diğer iki ayağını da ders kitapları ve müfredat oluşturmaktadır. Bu yazının asıl ilham kaynağı olan bu iki başlık, edebi metinle ilk kez karşılaşacak olan lise çağındaki gençler için belirleyici unsurlar arasında yer almaktadır. Ders kitaplarında ilk göze çarpan unsurun edebi metnin anlaşılmasına yönelik olarak hazırlanan etkinliklerdir. Etkinlikler ve kazanımlar arasında boğulmuş bir edebiyatın estetik zevk vermek, duyuş ve düşünüşü geliştirmekten uzak olduğu bir gerçektir. İlk defa gerçek anlamda edebî metinle karşılaşacak olan edebî metin okur adaylarının henüz oluşmamış olan edebî metinden zevk alma, yorumlama duygusunu geliştirmek adına dokuzuncu sınıf kitaplarına konmuş olan sanat ve yorum, sanat ve zihniyet, sanat ve gelenek konularını içeren metinlerin ağırlığı karşısında bocalayan zihinlerinde edebiyata karşı bir önyargı ister istemez oluşmaktadır. Temelinde yapılandırmacı bir anlayışla hazırlanan ders kitapları, yeterli ve güvenilir bilgilerden yoksun olduğu için kaynak olarak internet ortamının suni bilgileri ile öğrencileri karşı karşıya bırakmaktadır. Kitaplarda olmayan bilgiyi öğrenciye vermek de ayrıca bir zaman kaybına yol açmaktadır. Dönemleri ve şahsiyetleri karşılaştırma anlamında verilen metinlerin çok olması metnin vermek istediği anlamın önüne geçerek teorikleşen bir edebiyat algısının oluşmasına yol açmaktadır. Bu da metin tahlilinin hemen hemen yok olmasına, şiir şerhinin yapılamamasına ve ya öğretici metnin anlamının anlaşılamamasına sebep olmaktadır. Öğrenci metnin ne anlattığını değil sadece dönemin edebi anlayışına uyup uymadığını kavramak durumunda kalmaktadır. Peş peşe verilen şiirlerin ya da öğretici metinlerin içeriğinin anlaşılmadan şekil üzerinden kıyaslama yapılmasının istenmesi ders kitaplarında rastlanılan sıkıcı durumlardan biridir. Yakın zamanda basılan on birinci sınıf edebiyat kitabında milli edebiyat dönemi şiiri tanıtılırken Ziya Gökalp’ten ‘Altın Destan, Vatan’; Mehmet Akif’ten ‘Mahalle Kahvesi, Kocakarı İle Ömer’ ;Ahmet Haşim’den ‘Şafakta’; Yahya Kemal’den ‘Bir Tepeden’;Tahsin Nahit’ten ‘Gözlerim Mest Açılırken’; Cenap Şehabettin’den ‘Derviş’ adlı şiirlerden bölümler alarak kıyaslanma yapılmasının istenmesi ve kazanım olarak da tek cümlelik sade dil, sanatlı söyleyiş nazım şeklini tanımanın hedeflenmesi, estetik duygudan uzak, şiirin ne demek istediğinden ziyade hangi kurala ve anlayışa göre yazıldığını kavramak üzere kurulu bir yapıyı içermektedir. Metne ve yazara boğulmuş bir edebiyat kitabı, edebiyatın esas gayelerinden biri olan okuma, anlama ve yorum yapabilme özelliğini ikinci, üçüncü plana atmaktadır.
Edebi metnin en önemli özelliklerinden biri olan kelime hazinesinin artmasına vesile olacak kelime çalışmalarının kitaplarda yer almaması her geçen gün unutulan kelimelere yenilerinin eklenmesine yol açmaktadır. Bu da okuduğunu anlamayan ve duygularını ifade edemeyen bir nesil yetişmesine neden olmaktadır. Metin inceleme sorularında cevabı soruyu yazanın mantığına göre olan sorular, metnin dünyasına girmeyi zorlaştırdığı gibi öğretmenin de işini zorlaştırmaktadır. Metni anlama sorularının gereğinden fazla uzun ve seviyenin çok üzerinde olması, öğrencinin metni anlama ve yorumlama konusunda kendisinin yeterli olamayacağı kanısının zihninde yerleşmesine sebep olmaktadır. Yine yakın zamanda basılan lise son sınıf ders kitabında ‘Garip Dışında Yeniliği Sürdüren Şiir’ başlıklı bölümde üç şairin şiiri verildikten sonra öğrenciden cevaplaması istenen soru şu şekilde verilmiş: “1960 sonrası Türk şiirinin temsilcileri arasında yer alan Hilmi Yavuz, Erdem Beyazıt ve Cahit Zarifoğlu’nun yukarıdaki şiirlerini yapı, tema, dil ve ahenk açısından inceleyiniz. Bu şiirlerde kullanılan kelime ve ifadelerin şiir ve düşünce geleneğimizle ilişkisi hakkında çıkarımlarda bulunarak söz konusu şairlerin Türk şiirindeki yenilik arayışları içerisinde nerede durduklarını tartışınız.” Bir tez konusu olabilecek tarzdaki buna benzer soruların seviyenin ne kadar üzerinde olduğu açıktır.
Bunun yanında lise birinci sınıfta başlayan ve son sınıfa kadar öğrenciye kavratılması istenen tür, şekil bilgisi, edebî sanatlar, İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, İslamiyet sonrası Türk edebiyatı ve Batı etkisindeki Türk edebiyatı sıralaması öğrencilerin edebi metinle ilk tanışmaları dikkate alınarak kronolojik metin sıralaması kaygısından arındırılmalı ve dönemi, metni, şairi tanıma sistematiği yeniden ele alınmalıdır. Ders kitaplarındaki metinler öğrencinin ilgisini çekecek tarzda olmalıdır. Her metnin öğrencinin ilgisini çekmesi gibi bir anlayışla seçilmesi mümkün değilse bile buna azami ölçüde dikkat edilmelidir.
Bütün bunlara ek olarak müfredat açısından bazı sınıflarda ders saatinin müfredatı yetiştirmeye yetmesi mümkün değilken bazı sınıflarda ders saatinin müfredata göre fazla gelmesi büyük bir tezat oluşturmaktadır.
Durum böyle olunca okuyucusu ile buluşamamış bir edebiyat, yeterli eğitimi alamayan ‘Benim verdiklerimi bana geri ver.‘ anlayışında olan ve bir bakıma buna mecbur bırakılan öğretmen, lise hayatı boyunca yaklaşık bin yüz saat edebiyat dersi almış ancak edebiyat adına hafızasında edebiyatta ilkler sıralamasında yer alan ilk roman, ilk tiyatro, ilk sözlük, ilk anı, ilk makale gibi bilgilerin yer aldığı öğrenci şekli karşımıza çıkmakta. Hepsinin toplamında da okumayı sevmeyen, iki kelimeyi yan yana getirip konuşamayan, estetik metinleri okumaktan zevk almayan, kolay tüketilebilir metinlere yönelen, hayatını magazinleştirmiş toplum modeli ortaya çıkmış oluyor. Bu durumu düzeltmek için de kitap okuma kampanyalarına sığınmak zorunda kalıyoruz. Devlet dairelerinde, okullarda, on beş dakikalık kitap okuma seansları düzenliyoruz. Edebiyatı vakit doldurma aracı olmaya indirgiyoruz. Oysaki edebiyat, insana insan olduğunu hissettirebilen en tarafsız aynalardan biridir.
NİHAT ÖRS
TÜRK EDEBİYATI ÖĞRETMENİ
AES ÇORUM İL BAŞKANI