Eğitimin en büyük sızısı atanamayan öğretmenlerdir. Yüz binlerle ifade edilen öğretmenlik veya Fen-Edebiyat mezunlarının atama çilesi büyük bir trajediye dönmüştür. Eskiden puan sıralamasına göre hesap yapabilen adaylar artık onu da düşünemez olmuştur. İhtiyacın üç katı adayın çağırılarak mülakat yapılması tamamen siyasi kadrolaşmaya yönelik bir tasarruftur. Artık etkili adamı olmayan AKP lileri bile isyan ettiren bu uygulamada, sendikadan ve partiden kazanacak aday listelerinin mülakat komisyonlarının önüne koyulduğunu sağır sultan bile bilmektedir.
Hal böyle olunca yüz binlerce öğretmen adayı büyük bir belirsizlik ve karamsarlık içinde kıvranmaktadır. Önünü göremeyen, geleceğe yönelik hesap yapamayan, yuvasını kuramayan öğretmenler büyük bir çaresizlik içinde çırpınmaktadır. Büyük bir çoğunluğu özel harekât polisi, uzman çavuş, jandarma gibi meslek dışı alternatiflere yönelmektedir. Büyük bir kısmı da ne pahasına olursa olsun atanmak için var güçleriyle sınavlara hazırlanmakta ve meslekten kopmamak, geçimlerini sağlayabilmek için “Ücretli öğretmenlik” yapmaktadır.
Bu noktada insan haklarına da, anayasal haklarına da, İLO sözleşmelerine de aykırı bir çalışma ortamı ve dramla karşılaşmaktadırlar:
1- Müdürlerin ve yardımcılarının her türlü emirlerine karşı boyunları kıldan ince, üvey evlat muamelesi görmektedirler. N e yazık ki, kadrolu öğretmenlerin de tam bir meslektaş muamelesi yaptıklarını söyleyemeyiz.
2- Eskiden sigortaları Milli Eğitim Müdürlüklerince 30 gün üzerinden yapılıyordu. Oysa şimdi okula gittikleri günler üzerinden sigorta ödenmektedir.
3- Ayrıca tatil günlerinde kadrolu öğretmenler ücretlerini alırken, bunların ücretleri ödenmemekte ve sigortaları işlememektedir.
4- Anayasada “Angarya” yasak olmasına rağmen bu öğretmenler; nöbet tuttukları halde, sınıf rehber öğretmenliği yaptıkları halde, öğretmen kurullarına, zümrelerine, Şök toplantılarına katıldıkları halde. Öğrencileri programlara, yarışmalara ve sportif faaliyetlere hazırladıkları halde bir kuruş ücret alamamaktadırlar.
İşin en acı tarafı dertlerini anlatabilecekleri bir merci olmadığı gibi, kendilerini savunabilecek sendikaları da yoktur. Sendikaların bu eğitim faciasına kayıtsız kalması, olaya belki de üyelik açısından bakması etik olmadığı gibi, ne insani, ne de vicdanidir. Sendikalar hak arayan örgütlerdir. Meslekleriyle ilgili her türlü; bu günü ve yarını etkileyen veya etkileyebilecek olan olayların takipçisi, planlayıcısı ve öngörücüsü olmalıdırlar. Bu vesileyle bütün sendikaların bu duruma duyarlı davranmasını bekliyoruz.
Seçim arifesinde olduğumuz şu günlerde, sendikalar taşeron işçilerine kadroyu bir pazarlık vesilesi yapabilmektedir. Bizler de bu konuyu bakanlık nezdine tüm gücümüzle taşımalıyız. İlke olarak ücretli ve sözleşmeli öğretmenliğe karşıyız. Vakıa olarak bunu engelleyemiyorsak ki öyle. Bu konuda bir düzenleme yapılarak bütün bu haklarının verilmesini sağlamalıyız. Çalıştırmak zorunda kaldığımız işlerin ücretini de ödeyelim.
2016 Ocağından itibaren asgari ücret 840 liralardan, 1400 liraya çıkarıldı. Adaletli olan bunun diğerlerine de kademeli olarak yansıtılmasıydı. Bu yapılmadığı için önceden asgari ücretin iki katına yakın ücret alan öğretmenler, bu gün asgari ücretin de altında kalmışlardır. Meslek örgütlerinin birinci görevi meslek itibarını korumaktır. Tüm eğitim sendikalarını ücretli öğretmenlik konusunda samimi ve duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Necmettin ÖZGÜRSOY
AES Sakarya Temsilcisi