Neresinden tutsan elimizde kalan eğitim sistemimizle ilgili uzunca bir süredir tam bir bezginlik içerisindeydim. Ta ki Çorlu Ahi Evran Meslek Lisesi'nde bir meslektaşlarımıza karşı yapılan insan ve meslek onurunu hiçe sayan bir videoyu izleyene kadar. Eğitimle ilgilenen insanlar konuya vakıftır zannımca. İlgili olmayanlar “Çorlu Ahi Evran Meslek Lisesi'nde…” diye internette arama motorlarında arama yaparlarsa, bir öğrencinin/öğrenci topluluğunun öğretmenine karşı olan “hadsiz, ergence, ahlaki gelişmişlik düzeyi sorgulamaya açık” davranışlarını görebilirler. Fazla bir şey anlatmaya gerek yok izleyenler için.
Ben mümkün mertebe bu olayın temeline inmek istiyorum. Malumunuz bizim ülkede “koltuk” dedikleri bir kavram var. Bir de “hayran olma hastalığı” var. O koltuklara oturanlar nedense iş yapmış olmak için “Batı” hayranlığı ve Batı’nın çeşitli uygulamalarını ülkeye getirmeyi amirlerine karşı “Bakın biz iş yapıyoruz.” mesajı için kullanıyorlar. Devletimiz çeşitli imkanlarla, çeşitli yetki sahibi insanlarımızı Batı’nın uygulamalarının mantığını, özünü anlamaları için çeşitli proje, iş ve eğitim yoluyla Batı’ya gönderiyor. Batı’ya giden bu yetkililer -altına imzamı atarak söylüyorum- oradaki etkinliklere ya katılmıyorlar ya da katıldıkları etkinliklerin özünü anlamamakta diretiyorlar ya da gerçekten yaptıkları işle ilgili kabiliyetleri ve gözlem yetenekleri yok. Farzı misal bir yetkili İtalya’ya gitsin. Gittiği yerdeki eğitim uygulamalarına bakıyor ve diyor ki “Evet evet! Bu da bizde olmalı. Bunu almalıyız. Kızım sen bunu not al. Biz gidince Türkiye’de bunu yapalım, uygulayalım…”. İnanın bu diyalogun içeriğini vicdan sahibi ve dürüst insanların doğrulayabileceğine kalpten inanıyorum. Sonra bir bakıyorsunuz bizim ülkemizin gerçekliğiyle uyuşmayan bir sürü uygulama ortaya çıkıyor. Alo 147 örneği gibi. Öğretmeni şikâyet var, ama nedense TEŞEKKÜR yok denilecek kadar az, alo 147’de. Neden? Çünkü; şikâyet etmeyi biliyoruz ama teşekkür etmeyi pek bilmiyoruz. İnanıyorum ki bir araştırma yapılsın ve insanlarımıza sorulsun “Alo 147’den öğretmenlere teşekkürünüzü de iletebileceğinizi biliyor musunuz?” diye, alacağımız cevabın çoğunluğu “HAYIR” olacaktır.
Neyse konuya döneyim: İtalya, Fransa, Finlandiya vb. yerlere devletimizin eğitimle alakalı olmayan -öğretmen kökenli olmayan, eğitimle ilgili mezuniyeti olmayan- ve öğretmen düşmanı insanları taa oralara göndermesine, parayı heba etmesine gerek yok. İçinde çalışma azmi olan, dinleme kabiliyeti olan insanları kendi okullarına, öğretmenlerinin yanına göndermesi yeterlidir. Devletin kendi öğretmenleri, kendi gerçekliğini, kendi idealizmini, kendi yeteneklerini, kendi imkanlarını bilerek gerekli tavsiyeleri hem hevesle hem de müthiş bir yaratıcılıkla yetkililere aktaracaktır. Kendi içimizden, kendi kalbimizden, kendi aklımızdan çıkan bir uygulamanın hikayesi -Köy Enstitüleri- tarihimizde yatmaktadır. Bizim bir şeyleri taklit etmemize, üzerine kafa yormadan uygulamaya/uygulamalara koymamıza gerek yoktur. Yeter ki kendi insanına/öğretmenine değer ver, dinle ve kendi insanını/öğretmenini ciddiye al.
Tüm bunları şunun için anlatıyorum: Bizim ekonomimiz, bizim coğrafyamız, bizim ahlakımız, bizim yaşam şartlarımız, bizim inancımız “FARKLI”. Şimdi diyeceksiniz ki “Eee! Sevgili öğretmenim o zaman öğrenciyi dövelim mi? Bunu mu demek istiyorsun?” Hayır! Ama bir yaptırımının olması gerektiğini söylüyorum. İnsanlarımız haklarını biliyorlar ama nedense sorumluluklarını bilmiyorlar diyorum. Terbiye, ahlak ve edep ailede verilir diyorum. Öğretmenin işi terbiyesi, ahlakı ve edebi sorgulanan bir güruhun önünde bu güruhun “insanlık ve meslek onurunu” rencide edici davranışlara “ekmeğinin, işinin ve vicdanının derdi” yüzünden maruz kalmak olmamalı diyorum. Problemli öğrenciler ve aileler için öğretmenler hem idarecileri nezdinde hem de bakanlığı nezdinde yalnız kalmamalı diyorum. Öğretmenlere ve okul müdürlerine bu tarz durumlarda neler yapabileceği ile ilgili net talimatların ve yol haritalarının verilmesi, oluşturulması ve uygulanması gerekiyor diyorum. Bu çocuklardan aileler de sorumlu tutulsun diyorum.
Bu durumda Portekiz’deki bir okulun duvarına asılan şu afişi hatırlatmakta fayda var;
“Sevgili veliler
-
Hatırlatmak isteriz ki “Merhaba”, “Lütfen”, “Rica ederim”, “Özür dilerim”, “Teşekkür ederim” gibi ifadeler önce evde öğrenilir.
-
Yine dürüstlük, arkadaşa, yaşlılara ve öğretmenlere saygı da ilk evde öğrenilir.
-
Temiz olmak, ağzında yiyecek varken konuşmamak ve düzenli olmak da önce evde öğrenilir.
-
Sorumluluklarını bilmek, eşyalarına ve değerlerine sahip çıkmak ve başkalarının eşyalarına el sürmemek yine evde öğrenilen şeylerdir.
-
Bizler okulda yabancı dil, matematik, tarih, coğrafya, fizik, kimya ve biyoloji gibi şeyler öğretiriz. Unutmayın ki eğitim evde başlar!”
Batı’da öğretmenlik mesleğinin nereye geldiğini anlatmak için meşhur “Abnormal Summit” Tv programının 1.Sezonunun 2.Bölümündeki konuklardan olan Belçikalı Julian ve Fransalı Robin’in diyaloglarından bahsetmek istiyorum.
Belçika (Julian): “… Belçika da öğretmenlerini döven öğrenci sorunu yaşanıyor. Cezanın olmaması öğretmenlere duyulan saygının azalmasına yol açtı.”
Fransa (Robin): “Öğrencilerin elinde çok fazla güç var. Şu an Fransa’da öğretmen olmak isteyenlerin sayısı azalıyor.”
Bakın bu bilgiyi Avrupa’nın herhangi bir ülkesine gitmeden, devletim bana binlerce lira para harcamasına gerek kalmadan sadece bir TV programını izleyerek öğrendim! Hani Finlandiya’da çok başarılı insanları öncelikli olarak öğretmenliğe yönlendirildiği söyleniyor ya, şimdi o başarılı insanların ülkemizde öğretmenlik yerine nerelere yönlenebileceğini hayal etmek zorunda kalmayacağız. Eğer devletimiz nitelikli insanlarla, nitelikli insanlar yetiştirebileceğini düşünmüyorsa Batı’yı taklit etmeye devam etsin ve bu itibarsızlaştırmanın sonuçları olarak sadece İŞİNİ yapan, talimatların dışına çıkmayan, özveriden yoksun, mesleki tükenmiş duygusuna mesleğinin başında ulaşan, yaptığı şeye GÖREV olarak bakan, bir ROBOT ordusuna hızla sahip olacaktır.
Adil DEMİRBAĞ
Ankara Altındağ İlçe Temsilcisi