Geçenlerde yeni müfredatın tanıtımı dolayısı ile Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün Ankara Lisesinde düzenlediği toplantıya katıldım.
Toplantıda - yanlış hatırlamıyorsam- şube müdürümüz öğretmenlerin toplantıya iştiraklerini artırmak için kürsüye çıktı.
“Aslında bu toplantıyı 50’şer kişilik gruplarla yapmalıydık ama personel ve imkan sorunumuz olduğu için sizleri bu şekilde 500’erli gruplarla alıyoruz.” Dedi. Arkasından devam etti. Yeni müfredatla ilgili konuya taraf olan öğretmenlerin MEB’e yüzde on oranında dönüt verdiğinden bahsetti. Ve bu konuda öğretmenleri suçladı. “İstersek sizi buraya akşam iş çıkışından sonra getirirdik” gibi çeşitli tehditvari söylemlerinden sonra.
Bu toplantı vesilesi ile kanayan yaralarımıza bir parmak basayım dedim:
Toplantının 50 kişilik gruplarla daha verimli bir şekilde yapılmaması ÖĞRETMENLERİN SUÇU DEĞİL.
Her daim halktan ve demokrasiden bahseden bir idarenin sözcüleri olduğu alenen bilenen çeşitli devlet memurlarının özellikle hitap ettiği kitleye karşı tehditvari söylemlerde bulunması ne kadar doğru, ne kadar demokratik?
Öğretmenlerin yüzde 10 unun müfredatla ilgili MEB’e dönüt verdiğini, bu oranın az olduğu ifade eden sayın yöneticilerimiz, neden öğretmenlerin yüzde 90’ının dönüt vermediği üzerine araştırma yapma ve düşünme gereksinimleri duymuyor? Araştırma bile yapmalarına gerek duymadan bu soruya anında cevap verebilirdim aslında hemencecik orada. Derdim ki: “ MEB, ne zamandan beri öğretmenlerin görüşlerini dikkate alır oldu? 4+4+4 sistemine ne zaman geçtik? Kim karar verdi?
Ne zaman paydaşlarla tartışıldı? Kamuoyunda ne kadar gündemde durdu?
Okulların fiziksel yapısı –tuvaletler vb.- ne zaman bu sisteme uyarlandı? Mesela; El yazısı geldi. Öğretmenlerin çoğunluğunun karşı çıkmasına rağmen MEB, el yazısını getiriyoruz dedi ve el yazısı geldi. Hemen hemen 10 sene sonra sayın bakanımız açıklama yaptı; ‘Araştırmalar gösterdi ki el yazısı konusunda başarıya ulaşamıyoruz. El yazısını bırakıyoruz. Bundan sonra eski sistemle devam edeceğiz.’
Mesela; EBA diye bir sistem var. Okullardaki internetin kalitesi malum. Bilgisayarları dökülen okullar var. Öğretmenler RAM’i 500 MB’ı bile bulmayan, ekran kartları tarih öncesinden kalma bilgisayarlarla EBA’ya bağlanacak öyle mi? Hadi öğretmen kendisi bu işlerle de koşturdu diyelim. Okullara verilen ödenekler elektrik, odun, kömür ve sudan ibaret. Bu durumda öğretmen, okul idaresi bu tarih öncesi bilgisayarlar için ne yapacak? Diyelim ki öğretmen cebinden para verip ihtiyaçlarını karşıladı. Lakin sınıf öğretmene ait olmadığı için sonraki eğitim öğretim yılında o sınıf değişeceği için o öğretmen o sınıfla özel olarak nasıl ilgilensin?
Öğretmen sınıfını boyatsa, raflar yapsa, materyaller alsa ertesi yıl o sınıf onda kalmayacak.
Özellikle ilkokullardaki binaların eğitim öğretim zihniyeti ile değil de adalet sarayı, hapishane, hastane mantığı ile yapıldığı göz önüne alınırsa; idare okula ilk başlayan çocukların merdivenleri çıkamayacağını düşünüp – haklı olarak- birinci sınıfları ve anasınıflarını en alt kata veriyor. Bu durumda bir sonraki yıl binada tamamen sınıf değişimi oluyor. Durum bu olunca da kimse kendi kullanmayacağı sınıfa para gömmez. Peki, ne yapmalı? En azından ilkokulların dizaynı hapishane, hastane, adalet sarayı gibi yapılmamalı. Dairesel, dikdörtgen şeklinde ya da kare şeklinde tek katlı bir şekilde araziye kurulmalı ve ortalarındaki boşluk oyun olanı olarak ayarlanmalı. Peki, bu yapılır mı? Sanmıyorum! Mesela; Fatih Projesi, yıllardır bu proje nedense gittiğim hiçbir ilkokula uğramamış. Yani nasıl bir projedir ki bir türlü bitmez. Ve nimetlerinden öğretmenler yararlanamaz.
Mesela başka bir konu; öğretmenler kendi kurumuna seslerini duyuramıyor. Malumunuz Suriye’deki savaş dolayısı ile ülkemiz kapılarını Suriyelilere açtı. Hoş gelmişler. Başımız gözümüz üzerine. Lakin bu öğrencilere ayrı bir program yapmak yerine MEB, Türk öğrenciler için hazırlanan programın
aynen bu öğrencilere de uygulanmasını istiyor. Üstelik bunu aldığı eğitimlerin hiçbir döneminde Arapça görmemiş öğretmenlere yaptırıyor.
Bu durum buradaki bir hakimin Nijerya’ya gidip işini yapmaya çalışmasına benziyor. Dedik ki yeter ki bu insanları kazanalım. Sınıfı ağırlıklı olarak ya da tamamen Suriyeli öğretmenlere fazladan para falan da vermeyin. Ama çektikleri zorluklara karşı bu öğretmenlerin gönlünü hoş tutmak adına fazladan hizmet puanı verilebilir dedik. MEB’e yazdık, suratımıza kanunları okuyup gittiler. Yine aynı öğrencilerden ihtiyaçları olanlara, özel eğitim ve destek eğitim hizmetleri verilebilsin dedik. MEB yine suratımıza kanunları okuyup gitti.
Başka bir konu; Öğretmenler konusunda maaş adaletsizliği var. Branş öğretmenleri ile sınıf öğretmenlerinin zorunlu çalışma süreleri adaletli bir şekilde düzenlenmemiş diyoruz. MEB, yine öğretmenlere karşı kapı duvar.
Mesela deniliyor ki okullarda velilerden para toplanmayacak. Eğitim ücretsiz. Lakin okul aile birliği hesabı ile “bağış” adı altında insanlardan para toplanmasına kimse ses çıkarmıyor. Hatta okul idareleri öğretmenleri vergi tahsildarı gibi kullanarak velilerle öğretmenleri karşı karşıya getiriyor. Bu durum yasak ise her şeyi elinin altında olan devletimiz “Yahu bu okullar bu bağışları nasıl topluyor? Gidip bir denetleyim burada bir iş mi var?” demiyor. Gerçi Mersin’de kaçak olarak 9 aydır hastane işleten Suriyelilerden haberi olmayan devletimizin okullardan mı haberi olacak? Benimki de soru!
Okullar açılmış. İki hafta olmuş. Öğretmen olarak yapmamız gereken işler dolayısı ile idareye gidip bu seneki ders programını vermem gerekiyordu. Hazırladım götürüp idareye programı verdim. Aldığım cevap: “ E-okuldaki o kısım şuan açık değil. Yetki vermediler henüz. İlerleyen dönemde ders programını gireriz hocam.” oldu. Okullar kapanmış. Aradan iki ay geçmiş. Okullar açılmış ve MEB’in kendisi hazır değil daha. Ama suçlu öğretmenler!
Buna benzer bir sürü sorun inanıyorum ki birçok öğretmenimizin hayatında vardır. Biz, bizi yönetenlere dertlerimizi anlatmaktan bıktık usandık artık. Ve yine inanıyorum ki öğretmenlerin çoğu pes etti MEB’in eğri yerlerini düzeltmekten.
Tüm bu sorunları çözme iradesine sahip olan MEB bürokratları ve siyasiler öğretmenlere suçu atmayı bırakıp ne zaman iğneyi kendilerine batıracaklar merak konusu.
Öğretmenine güvenmeyen, öğretmen özerkliği üzerine çalışma yapmayan bir MEB bizi dünyanın ilk on ekonomisine sokabilir mi? Galiba MEB’in böyle bir amacı yok. Çünkü eğitim namına son 16 yıldır yapılanlar bunu gösteriyor.
Hazır yazmışken memurlara “şu kadar maaşlarına zam yaptık” diye TV programlarında bas bas bağıran siyasilere bir hesap yapmak istiyorum: Memura geçen sene yaptığınız en son zam sağ olsun vergi dilimi komedisi ile 70-80-90 TL arasında kalıyordu. Bendeniz okuluna arabası ile gidip geliyor. 30 km gidip 30 km geliyorum. Ayda en az 5 kez 26 LT ‘lik aracımı LPG ile dolduruyorum. Bundan bir sene önce LPG fiyatları 2 TL idi. Şuan bu fiyat 2.70 TL’den aşağı değil. Yani bu durumda bendenizin sadece depo başı hemen hemen geçen seneye nazaran 20 TL zararı var. Bunu 5 depo ile çarparsan aylık zararım 100 TL. Buna her sene otomatik olarak en az 50 TL artan ev kiralarını da eklerseniz aylık zararım 150 TL. Üstüne artan gıda, eşya, enflasyon ve vergi oranlarını eklemedim daha. Anladığım kadarı ile ekonomide sistem şu:
“Altta kalanın canı çıksın…”
Kıssadan hisse;
Deveye sormuşlar: “Neren eğri?” diye.
Deve cevap vermiş: “Nerem doğru ki?”
Adil DEMİRBAĞ
AES Danışma Kurulu Üyesi