1) Sendikal Barajın Tarihsel Süreci
Ağustos 2021’de yetkili sendika marifeti ile 6. Dönem toplu sözleşmenin 23. Maddesine “Toplu Sözleşme İkramiyesi” başlığı ile bir düzenleme eklendi. Madde başlığı kamu çalışanlarına başta sempatik gelmişti. Fakat madde içeriğine bakıldığında maddenin hiç masum olmadığının anlaşılması çok zaman almadı. Düzenleme, %1 in altında kalan sendika üyelerine bu ikramiyenin ödenmemesini öngörmekte idi. Düzenleme ile büyük(!) sendikaların tabanını konsolide etme ve üye kaybının önüne geçme maksadı kendini hemen ele vermişti. Bu çabalarına hukuku alet etmişlerdi. Yetkiyi üstünlerin hukukuna kalkan yapmış, kamu ve çalışanlarının kolektif yararını sendikal hırsa kurban etmişlerdi. Daha da vahimi bu düzenlemeyi büyük bir zafer olarak lanse etmekte zerre sakınca görmemişlerdi. Eşit şartlarda mücadele edemeyen, tek gücü ve güvencesi üyeleri ve mücadeleleri olan az üyeli sendikalar, yaşam mücadelesi verirken bir darbe daha yemiş, ölüme terk edilmişlerdi. Hukuk sistemimiz, sendikal hak ve özgürlükleri anayasal düzeyde birincil korumaya alırken ve sendikacılığı teşvik ederken, yapay bazı argümanlarla aslında anayasal haklar da kolaylıkla ayaklar altına alınmıştı. “Boynuz kulağı geçmesin!”, “rüzgar tersten esmesin!”, “hükümdarlık bitmesin!”, “yılanın başı ufakken ezilsin!” gibi mottolarla ve saiklerle hareket edilmekte ve küçük sendikalar hızla kan kaybetmekte idi. Tabi kanun önünde herkes eşitti. Yaslar çoğunluğu değil her bir gerçek ve tüzel kişiyi aynı düzeyde koruyordu. En azından teoride öyle olmalıydı. Pratikte de böyle olduğunu Aralık 2021 tarihinde görmüştük. Danıştay, ilgili madde bakımından yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu bir ara karardı, kesin hüküm değildi ama haklı mücadelenin bir muştusu, işaret fişeği olmuştu. Çünkü yürütmeyi durdurma kararı verilmesi için idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması ve gecikmesinde telafi edilemez sonuçların oluşması şartları aranmaktadır. Yüksek mahkeme bu kararı verdiğine göre, maddeyi açıkça hukuka aykırı görmüştü. Ve gerçekten de 2023 yılına gelindiğinde maddeyi esastan görüşen Danıştay, ilgili maddeyi iptal etmişti. Artık bu ayrımcılık son bulmuş ve fakat baraj üstü sendikalar da bu ikramiyeden artık yararlanamaz olmuştu. Komşunun pirincine göz koyan yetkili sendika, evdeki bulgurdan da olmuştu.
Bu sırada, iki yılı aşan süreçte baraj altında kalan sendikalar hızla kan kaybetmiş, tırnakları ile kazıyarak kazandıkları üyeleri bir çırpıda kaybetmeye başlamışlardı. Aslında sendikalar arası bu geçişkenlik, üyelerin seçimlerinde ekonomik kazanımların önemli olduğunu işaret etmektedir. Bu da kamu çalışanlarının ekonomik özgürlüklerinin sağlanamadığını göstermektedir ki bu başka bir yazının konusu olabilir. Çalışmanın kapsamında olmadığı için sosyolojik davranış ve yönelimlere girecek değilim. Hikayemize geri dönersek; Hukuksuzluk son buldu ve normalleşme başladı derken, iyice hırslanan malum sendika yeni bir manevra ile tiyatro sahnesinde belirmekte gecikmedi. Bu kez daha sıkı kılıç kuşanmış ve arkasına aldığı siyasi destekle, yeni sendikal barajı kanun düzeyinde yasalaştırmak istiyorlardı. Uzatmayalım, 7429 sayılı kanuna eklenilen madde ile Yüksek Mahkeme kararı hiçe sayılarak bu sefer %2 olarak revize ettikleri sendikal barajı, çemberi de genişleterek yürürlüğe sokmuşlardı. Bunun üzerine açıkça eşitliğe aykırı ve çalışma huzurunu sabote edecek bu kanuna karşı CHP parti grubu, Anayasa Mahkemesine iptal davası açmıştı. Tarihler 18 Ocak 2024 ü gösterdiğinde Anayasa Mahkemesi kararını açıkladı ve ilgili maddeyi anayasaya aykırı bularak iptal etti. Aslında bu malumun ilanı niteliğinde bir karardı. Çünkü Anayasa Mahkemesinin gerekçesinde de belirttiği üzere, ilgili yasal düzenleme sendikal tercih özgürlüğüne bir müdahale niteliği taşımaktaydı. Sendikalar arası rekabetin sürmesine engel olmakta, üyelerin hakkını güçlü biçimde savunacak sendikaların doğmasına ve çalışmasına engel olabilecekti. Kişilerin tercihini, iradesini ve yönelimlerini etkileyebilecekti. Hülasa “negatif sendika özgürlüğü”nü ihlal ediyordu.
Bu gelişmelerle bu tartışmaya nokta konulmuş, “sendikal baraj” denen garabet icat başarısız bir girişim olarak tarihe gömülmüştü. Ya da tüm kamuoyu böyle düşünüyordu. Fakat yenilen pehlivan güreşe doymamış, oyun oynamayı bilmeyen gelin yerim dar demiş ve bir kez daha siyasetin gölgesine girip, hırslarına yenilmiş, mülahazaları zehirlenmiş bir halde tiyatro sahnesinde tekrar belirivermişti.
2) Sendikal Barajın Tekrar Canlandırılma Çabası
Temmuz 2024 tarihine geldiğimizde, TBMM Plan Ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan 2/2290 sayılı kanun teklifine, tasarıda olmamasına rağmen bir gece yarısı operasyonu ile tekrar %1 sendikal baraj konuldu ve komisyonda kabul edildi. Danıştay kararı ortada iken ve Anayasa Mahkemesi kararının henüz mürekkebi kurumamışken bu hukuk tanımazlık açıkçası hepimize pes dedirtti. Bile isteye lades olmak, yüksek mahkemenin duvarlarında sinek gibi ezilmeye mahkûm bu hukuksuz uygulamaya sarılmak, aslında perde arkasında derin hezeyanlar barındıran, tükenmişlik sendromunun tezahüründen başka bir şey değildir. Psikolojik bir vaka olarak değerlendirilmeye muhtaç bu ısrarlı takip, bir mağlubiyet destanı olarak yazılmaya aday olmuştur. Muhtemelen maksatları şuydu: “Varsın mahkemeler iptal etsin. Türkiye’de mahkemelerin iş yükünün çokluğu ve davaların karara bağlanma sürelerin ne kadar uzun olduğu ortadadır. Bu madde iptal olana kadar biz üyelerimizi kaybetme tehdidini bir nebze ertelemiş oluruz.” Böyle bir saikle hareket edilmiş olduğu görüşü, bir varsayım veya niyet okumaktan öte bir gerçeklikle karşımızda durmaktadır. Çünkü, malum sendika ve avenelerinin hızla üye kaybettiği bir gerçektir. Sahada üyelerinin kendi sendikalarına tepkilerini biz kadar kendileri de bilmektedir. Hayatın olağan akışında tutamayacakları üyeler, bu tür argümanlarla tutulmaya çalışılmaktadır. Ama değişmeyen tek şey değişimdir. Yapıcı ve kapsayıcı sendikal mücadele ile, hakiki ve etkili kazanımlar ile sendikacılığa yön veremeyenler, kanunların arkasından dolanarak, yapay manevralarla ayakta kalamayacaklardır. Adaletten uzaklaşıp adamcılık başladığında çöküş de başlar. Bu, tarihte de hep böyle olmuştur. Üyelerinin teveccühü olan yetkiyi demokrasinin kılıcı değil de kendilerine bahşedilmiş ayrıcalık görenler, kılıçları elinden alınınca oyuncağı alınmış çocuk gibi (teşbihte hata olmaz) ağlamaya ve sorun çıkarmaya başlarlar.
Akışa dönersek, komisyondan geçen kanun teklifi, geçtiğimiz günlerde Genel Kurulda görüşüldü. Bu sırada bir çok sendika( içlerinde bu barajdan etkilenmeyen sendikalar da olmak üzere) ve sivil toplum örgütleri ciddi bir mücadeleye giriştiler ve bu hukuksuz uygulamanın çoktan öldüğünü, bunu tekrar diriltmeye çalışmanın hukuksuzluğunu tarihsel süreç ve hukuki gerekçelerle Yüce Meclis üyelerine anlatmaya çalıştılar. Anadolu Eğitim Sendikası da bu süreçte ciddi mücadele vermiş, teşkilatlar vekillere mektuplar göndererek farkındalık oluşturmaya çalışmıştır. Yönetim Kurulu üyeleri yaptıkları bire bir görüşmelerle Meclis üyelerini konu hakkında bilgilendirmişlerdir. Nitekim mücadeleler sonuç vermiş ve teklif revize edilerek tüm sendika üyelerini kapsayacak şekilde güncellenmiştir. Böylece sendikalı tüm kamu çalışanları ikramiyeden faydalanacak, sendikalaşmayı teşvik etme noktasında her hangi bir ayrımcılık yaşanmayacaktır. Hukuk devletinde olması gereken olmuştur.
3) Sonuç Olarak
Anayasayı tanımayan, Yüksek Mahkeme kararlarını görmezden gelen beyhude girişim Yüce Meclisin dikkatli ve sağduyu vekilleri tarafından görmezden gelinmemiş, kapsayıcı ve hukuka uygun bir hüviyete büründürülerek meclisten geçirilmiştir. Yetkili sendika başkanının Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrası yaptığı açıklamada ; “Anayasa Mahkemesi kararı ve CHP eliyle emek korunmuyor, emekçi kaybediyor.” söylemini hatırlıyoruz. Aslında biz de bu açıklamaya atıfla yazımıza yukarıdaki başlığı seçtik. Aslında gerek AYM’nin, gerekse partilerin yaptığı emekçilerin haklarını adil düzen içerisinde korumaktı. Fakat malum sendika kamuoyunu yanıltacak ve konuyu saptıracak açıklamalarda o kadar mahirdiler ki, gerçekten çalışanlar ceplerinden çalınan paranın müsebbibi olarak Yüksek Mahkemeyi ve iptal davası açanları gördüler. Oysa gerçek çok farklı idi. AYM aslında sadece kamu çalışanlarının haklarını değil, hukukun üstünlüğünü ve anayasal ilkeleri korumakta idi. Çünkü getirilmek istenen düzenleme, konu başlığı itibari ile kulağa hoş gelen ama özünde derin sorunları ve çalışma ruhunu zedeleyen, nifak içeren zehirli bir ideolojinin yansıması idi. Hülasa gün sonunda sağduyu kazansı ve bu yanlıştan erkenden dönülmüş oldu. Bundan sonra sazı eline alanların tellere rastgele vurmamasını, kulağı tırmalamayacak melodilerin ancak notasına uygun icra edilerek gerçekleşeceğini, yapay manevralara tevessül ve temayül etmeden, üyelerini onları koruyacak kazanımlar elde ederek muhafaza edebileceklerini idrak etmelerini salık veriyorum.
Son söz olarak âcizane bir tavsiye de kamu çalışanlarına vermek istiyorum. Sizin için mücadele edecek sendikalarınızı seçerken, dalgalanmalardan ve konjonktürden etkilenmeyecek, ilkeler düzeyinde faaliyet yürüten, eylem ve söylem istikrarında olan sendikalara şans verin. Popülist gündemlerle tabanın gönlünü okşayan ve duygularını istismar edenlerin, reel sorunlarda cesur söylemlerinin ve gerçekçi girişimlerinin olup olmadığını dikkatle takip edin. Masada sesleri çıkmayanların sahada kükremesine aldanmayın. Güçlü sesler yerden göğe her yerde çınlayandır. Siyasi değişimlerden etkilenmeyecek, her kişi ve kuruma eşit mesafede duran, gözettiği tek menfaat üyelerinin menfaati olan sendikalara ışık olun.
Mehmet Fatih AKSOY
Anadolu Eğitim Sendikası
Genel Başkan Yardımcısı